Türkçede “merkep” diye çevrilerek “eşek” manasında kullanılan “merkeb” kelimesi, köken itibariyle Arapça bir kelime olup, Arapçada “binilen şey” manasında kullanılmaktadır. Binilen şeyler genelde ulaşım vasıtası, binici olanlar ise genelde bizler, yani insanlar olmaktadır.
Her merkebin kendine has farklı özellikleri olmakla beraber, ortak özelliği binicisinin (taşıdığı şeyin) kıymeti ölçüsünde değer kazanmasıdır. Bu tıpkı şuna benzemektedir: Bin TL’lik bir eşeğe on bin TL’lik bir yük yükleseniz bu eşeğin fiyatı taşıdığıyla beraber on bir bin TL, yüz bin TL’lik bir yük yükleseniz eşeğin değeri yüz bir bin TL olur. Yani eşeğin değeri taşıdığı şeyle doğru orantılı olarak artar veya eksilir.
Ancak öyle şeyler de vardır ki merkebi tamamen insandır. Allah (c.c) “Biz, emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular, ancak onu insan yüklendi…” (Ahzâb 33/72)buyurmaktadır. Bu emanet iman, amel-i salih, hikmet, haya, ilim, irfan gibi soyut şeylerdir. Merkeb olarak bu faziletleri yüklenen insan, kendi değerini binlerce kez arttırabilir. İnsan bu faziletlerden yoksun olduğu zaman ise cılız bir merkeb olarak kalır. Hatta sırtında isyan pisliği, zulüm pisliği, cehalet pisliği vs. taşıyan bir merkebe döner.
Burada karıştırılmaması gereken birtakım hususlar da vardır.
Öncelikle merkebin merkebe biçtiği değer değildir merkebin değerini belirleyen şey; sahibinin ona verdiği değerdir. Yani Allah’ın kullarına vermiş olduğu değerdir. Ancak insan, yüklenmiş olduğu bu emanetlerin taşıyıcılığını yapıp yapmamasıyla veya ne oranda yaptığıyla bağlantılı olarak kendi derecesini belirler. Esfele safilînden a’layı illiyyîne kadar.
Ayrıca merkeb binicisini merkeb olarak görmemelidir. Biraz açmak gerekirse; örneğin, ilim, merkebine fazilet katan güzel bir binicidir. Ancak faziletli olan bizatihi ilmin kendisidir. Öne çıkarılması gereken, değer biçilmesi gereken şey de kendisidir. Eğer bunun zıddı olur da insan onu bir binek olarak görür, bir yerlere ulaşmak, çıkar elde etmek için araç olarak kullanırsa bu sefer o kişi Kur’an’ın ifadesiyle “kitap yüklenmiş eşek” gibi olur. Yani bu kişi ilmi esas istifade edilmesi gerektiği şekilde yüklenmemiştir; bu sebeple ilim o kişiye bir değer katmamıştır. Bu şekilde ilmin nuruyla yol alınır belki ancak bu nur insanları karanlığa hapsetmek veya en azından bir takım süfli istekler elde edilmek için kullanmış olur. Yoksa kendilerinin ilimde ileri olduklarını iddia edip hayvanların bile yapmakta haya ettiği vahşilikleri yapanları başka bir şekilde izah edemeyiz.
Bir başka mesele de şudur ki; bazı kişiler belirli kişilerin şahsına hayranlık duyuyor, ancak miras bıraktıkları hazineden istifade etme gayretinde nedense bulunmuyorlar. Yani merkebe kıymet veriliyor, hazineye dokunulmuyor bile. Ancak onlar baka kalırken tiren kaçıyor, ömür tükeniyor. Basit bir örnek olması açısından; bizler, Hz. Ömer’i (r.a.) Ebu Hanife’yi, Sultan Muhammed Fatih’i severiz, ancak bir ilmihal dahi okumayız; bırakın elimizle ve dilimizle cihadı, kalbimizle buğuz dahi etmeyiz zalimlere; hakkı tutup kaldırmayı kıymetli addetmeyiz çoğu zaman…
İnsanı kıymetlendiren taşıdığı bu emanet değilse başka nedir? Ancak şu da malum ki merkepten merkebe de onca fark var.
“şems-i asr”
arazrmzn@gmail.com