Bu dünyanın ezilen, sömürülen ve öldürülen gerçek sahipleri; yani biz insanlar, tarihsel misyona sahip çıkma ve aklını başına devşirme konusunda bu defa da gecikirsek, vahşet ve barbarlık ve bununla beraber haksızlıkların yaratacağı kaos ortamı kaçınılmaz olacaktır.
Büyük insanlık bu duruma razı olacak mıdır?
Aslında sorun öyle sanıldığı kadar zor da değil, bilinç dünyasını ilgilendiriyor.
İdeolojik ve beşeri köleliği aşabilmekle ilgilidir.
Beyinlerin özgürleşmesi ve Allah’ın yaratılış fıtratı ile alakalıdır.
Bu virüs sarmalı, kapitalist ve yağma sisteminin yavaş yavaş yolun sonuna geldiğini gözler önüne seriyor.
Tabi sömürüldüğünü ve gidişatın böyle sürmeyeceğini farkında olanlar için…
Koronavirüs tüm bu rezilliği, utanmaz yağma ve talanı, akılsızlıkları, saçmalıkları anlamaya, ders çıkarmaya dönüşebilen bir mesaj olarak algılanabilirse, her musibette bir hayır vardır sözü işte o zaman anlam bulacak ve belki de dünyanın gerçek sahipleri ve gelecek kuşaklar kurtulabileceklerdir.
Hayır!
Yeteri kadar ders çıkarılmadıysa eğer işte o zaman korkulan olabilir.
Yaşanan haksızlıkları ve zulmü görmezlikten gelen, sorgulamayan ve tarihsel bilinç seviyesi düşük bir kesimin varlığı sayısal olarak fazla olunca gidişatın felaketide kaçınılmaz olacaktır.
İnsan önce kendi iç politikasını iç dünyasında değiştirmelidir.
Duygusunu, düşüncesini, vicdanını ve amacını..!
Kişisel muhasebesini, kirlenmemiş bir vicdanla yapabilmeyi başarmalıdır.
Tıpkı camları temiz olan bir pencereden dışarıyı seyretmek gibi…
İşte o zaman dış dünya da yaşanabilir bir hal almaya başlayacaktır. Gelecek kaygısı azalacaktır.
Dikkat ederseniz şehirlerimiz artık yaşanılamaz hale geldi.
Tuhaf karakter ve kişilikte insanlar türemeye ve bununla birlikte ilişkiler yozlaşmaya ve anlamsızlaşmaya başladı.
Dünyayı yöneten, küresel ve ulusalcıların savaş kurallarını, ideolojilerini ve korkularını içselleştiren bilinçsiz kitleler, bu amacı çok iyi yerine getiriyorlar.
Ezilen, sömürülen halkları yönetmek bu algı ile daha kolay oluyor.
Niye? Çünkü: insanlar gerçek Allah’ı tanımıyorlar…
Bu durum, yeryüzünün siyasi ve politik iktidarlarının sürekliliğini, yönetilenler arasında bir gönüllü kulluğa – ideolojik köleliğe dönüştürerek binlerce yıldır sürüyor yada sürdürülüyor.
İnsanlığın bir çoğu hala bu tarihsel gerçekliğe teslim olmuş şekilde doğup, yaşayıp, inanıp ölüyor.
Günümüz dünyası söylemlerin gücü ve algıların kontrol altına alınmasıyla yönetiliyor. Buna en büyük hizmeti kitle iletişim araçları sağlıyor.
Dünyanın heryerinde ki insanlar demokrasinin en doğru rejim olduğuna inanıyor.
Neden?
Söylemin gücü sayesinde.
Gerçeklerin gizlenmesi, yalanın doğrulanması, tahrifat ve olayların iç yüzünün yansıtılmaması ile bunları yapmak mümkün oluyor.
İşte Koronavirüste bu argümanların bir versiyonu yada devamı..
Halen bu beşeri düzenlerin yarattığı çelişkiyi sorgulamaktan uzak bir sürü kitleler var.
Yeni senaryolar yazılıp çizilmeye ve oynanmaya devam ediyor.
İnsanları evlere hapsederek korunabilecekleri ve bununla beraber kontrol edebileceklerini gösteriyorlar.
Siyasetten ekonomiye, eğitimden sağlığa her şeyi ele geçirmiş ve felce uğratmış durumdalar.
Üst aklın dayattığı kural ve kısıtlamalarla hayatta kalabileceğimizi söylüyorlar.
Nasıl mı?
Söylemlerin gücü işte…
Burada insanlığı nelerin beklediğini söylemek çok zor.
Ama korona virüsle birlikte yeni bir dönemin başladığını, insanların korku ve belirsizlikle daha fazla kontrol altında tutulmak istendiğini, bir çok krizi tetikleyeceğini yada hızlandıracağını söylemek daha kolay olacaktır.
İnsanlık, salgının ortaya çıkmadan öncesindeki süreçte bile, ilerlemiş durumdaki birçok tehdit ve sorunla boğuşuyordu zaten.
Özellikle de sisteme teslim olmuş ve söylemlerin etkisi altında kalan ve sayıları giderek artan kitleler sayesinde.
Şimdi bu koronavirüs hızlandırıcı bir etki ile ulusal bölünme ve çatışmaların artmasını, işsizlik, göç, zulüm, haksızlık ve sömürünün daha da derinleşmesine yarayacak.
Bu ürkütücü durum; insanlığın sonunu getirmese bile, insanların kaderini elinde tutmaya çalışan zihniyetlerin çökmeye mecbur olan beşeri sistemleri ve ideolojilerinin çarpıklığı arasında daha fazla oyuncak olmamıza zemin oluşturabilir.
Yada bilinçli, temiz akıl sahibi bireyler olarak, yaratılış amacına uygun, Allah’ın istediği kurallar bütünüyle dünyayı daha yaşanılabilir bir yer haline getirebiliriz.
Bu farkındalık bizi ve bizden sonraki insanlığın, kapitalizm ve diğer beşeri zihniyetlerin ürettiği ideolojilere kul olmaktan kurtarabilir ve bir çıkış yoluna dönüşebilir..
Karar sizin!

“Servet Ünal kimdir?” diye sorarsanız;
Merhaba/Users/leon/Desktop/18697987_10155295174284890_1651829975438272670_n.jpg
Ben Servet,
Eskiden “şurada bunu yaptım, burada bunu yaptım” diye anlatabilirdim kendimi.
Şimdi beni soranlara;
İflah olmaz meraklı bir öğrenci diyorum.
İşini anlam, samimiyet, tutkuyla yaratmaya çalışan bir çırak diyorum.
“Bilgelik, keşif, masal, hikaye, arayış, yolculuk” diyorum.
“Araştır, oku, yaz, anlat, üret, sentezle, tasarla ve paylaşmak” diyorum.
ÖĞRENME
Bir kişisel dönüşüm tecrübesidir.
ÖĞRENİM
Üst üste bilgi yığmak ve onlara sahip olmak değil, yeni bir kişi olmaktır.
ÖĞRENMEK
Sahip olmak değil olmaktır. Diyorum.
Ankara‘da 27 Temmuz tarihinde Kiraz Mevsiminde doğdum. Cizre’de büyüdüm. İlk Orta ve Lise eğitimimi Cizre’de tamamladım. İnşaat ve Uluslararası ilişkiler alanında üniversite, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi / Yönetim ve Siyaset üzerine Master yaptım.
Mücadele etmeyi, keşifçi ruhu, işini tutku ve dürüstlükle yapmayı zamanla öğrendim.
Anlam arayışını, gözlemleyerek satır aralarını okuyabilmeyi sabırla öğrendim.
Yaratıcılığı, hayatımdaki noktaları birleştirebilmeyi inançla öğrendim. Her daim güler yüzlü olmayı, samimiyeti, insanlara ve topluma hizmet etmeyi küçükken öğrendim.
Ailem, arkadaşlarım, hocalarım, mentörlerim ve daha sayamadığım yolculuğumda pek çok şey öğrendiğim hayatıma dokunan onlarca kişi.. Hepsine minnettarım.
Etiketlerden, ödüllerden, statülerden ziyade derinlik, öze yolculuk, kendin olabilme, insanı insan olduğu için sevme arayışındayım.
“Kişinin manası, davası kadardır. Kişinin davası ancak derdidir. Derdin neyse davan odur.” der Şems-i Tebrizi.
Derdimi, davamı, manamı keşfetmek için buradayım.
Karl Jaspers, Felsefeyi “Yolda Olmak” diye tanımlar. Ben hala yoldayım.
Bu yolculukta öğrendiklerimi, gözlemlediklerimi paylaşmak için buradayım.
Yoluma, yolculuğuma, davama hoşgeldiniz.