Anlamak söylenilen sözleri kulakla dinlemenin ötesinde bir şeydir. Söz, anlatma vasıtalarından yalnızca birisidir. Zaman zaman hitabın yeterli olmadığı anlar olur. Ağır uykulardan uyandırmak için seslenmenin yetmediği zamanlarda dürtmek, sarsmak gerekir insanı. Yani insana anladığı seviyeye göre veya dilden hitap gerekir.
Gece yıldızlara bakarak birkaç dakikalık tefekkür onlarca gök bilim (astronomi) kitabı okumaktan daha tesirli olur bazen. Bazen elimize batan bir diken, “acı” hakkında bildiğimiz teorik bilgilerden daha kalıcı ve tesirli olur. Üstelik okuduklarımızın her zaman doğru olduğu da söylenemez. Zahirde hastalık diye bilinen bazen şifa, dertler ise deva olur, düşman, dostun bile yapamayacağı iyilikleri yapabilir insana istemeden de olsa.
Ancak anlamak, idrak etmek gerekir her şeyden önce. Anlamak bir erdemliktir. İnsanın iç aleminde bir hesaplaşmadır. Bir nefis mücadelesidir. Anlamak kâmil insan işidir, insanı daha da kemale erdiren.
Anlamak bizim eğitim sisteminin anlayamadığı bir şeydir maalesef. İnsanın kendisini ve fıtratını anlamayan bir sistemin insana anlatacak fazla bir şeyi de yoktur doğrusu. Mevcut eğitim sistemi insana belki “nasıl” sorusunun cevabını verebilir. Ancak hayatın amacı ve esrarı “niçin” sorusunda gizlidir. Bu sistem bu soruyu sor/a/maz tam anlamıyla. Daha doğrusu insana kendi kendine bu soruyu sormasını telkin etmez/edemez.
“Niçin” ilahi bir sorudur. İç alemimizdeki yolculukta yol tabelaları gibidir. Bu soru sayesinde şifreler çözülür. İnsan kendini bu soru sayesinde tanır. Acizliğini, çaresizliğini, yolunu, yolculuğunu, kul olduğunu bu sayede idrak eder mesela. Başka bir mutlak gücün varlığına bu soru vasıtasıyla ulaşır. Hayreti arttırır bu soru. Hayreti arttıkça bağlığı teslimiyeti artar Rabbine.
İnsanlık zamanla bu soruyu sormamaya başlar. Bu sadede yol şaşırılır. Basiret kaybolur. Gerçekler görülmez olur. Sözler anlamak için daha da yetersiz olur. Tedavi şarttır. Ancak bu konuda da insan kendi kendini tedaviden acizdir. Bizim bildiğimiz doktor işi değildir bu çünkü.
İlahi kudret yetişir yine rahmete muhtaç kullara. Uyuyan insanlığı sarsar söyle bir. Uyansın ve kendine gelsin diye. Sarsıldıkça insan, “niçin” soruları tekrar sorulmaya başlanır. İşaretler, rumuzlar, izler takip edilir. Gerçekler görülmeye başlanır, körlük gider, kaybolur.
Dünya hayatı insanın ilahi emirleri yerine getirmesi ve nihayetinde Rahman’a kavuşması için tasarlanmıştır. İnsan da kulluk için hakeza. Bu çerçevenin dışında kalan her ne varsa insanın körlüğünü arttırır. İçki gibi içildikçe insanın sarhoşluğu artar. İşin kötüsü insan ne körlüğünü görebilir, sonra ne sarhoşluğunun idrakine varabilir belli bir söre sonra. Eğer Allah kullarını bu halleri üzerine kendi haline bırakmış olsaydı insan gayesini ve bu nedenle tüm değerlerini kaybederdi.
Musibet diye gördüğümüz birçok şey uyanışımız içindir aslında. Eğer gerçekten anlayabilseydik, başımıza gelen birçok musibet için ayrıca şükür secdelerine kapanır, kurbanlar keser, sadakalar dağıtırdık. Bu musibetleri bayram ilan eder, tüm coşkuyla kutlardık.
Bizler her ne kadar okullarda kalbe, ruha dokunmayan kuru bilgileri öğrenip, okul bittiğinde kitaplarla beraber öğrendiklerimizi de bir kenara atsak da, kalbe dokunan, ciğerlerimize kadar hissettiğimiz bazı hakikatleri yaşarken öğrenebiliyoruz. Çünkü “Hakk”ı tanıyoruz.
Biz hakikatin yolcusu isek yaşanan sıkıntılar bizim için kutsal değil midir?!
“şems-i asr”
arazrmzn@gmail.com