Covid-19 virüsü ile birlikte yaşamaya alışmamız lazım, yaralılan korku o kadar büyük ki alışamadık, alışacağız, alışmaya kararlıyız!
Korktuk. Allahtan korkmadık corona virüüsünden korktuğumuz kadar! Korkudan neredeyse altımıza kaçıracağız. “Ölüm var ucunda” diyerek korktuk, bir gün mutlaka öleceğimizi de bilerek, korkmamak olur mu? Korktuk, titreyerek. Evlerimize kapandık, bazılarımız kendi odalarından bile dışarı çıkmadı, tuvalet ihtiyacı hariç!
Öyle korktuk ki “neden sokağa çıkma yasağı ilan edilmiyor” diye kızdık, yıkmak için olanca gücümüzü kullandığımız devlete!
Yıkmak için bedeller ödediğimiz, bir çok arkadaşımızın kanını döken devletten sokağa çıkma yasağı ilan etmesini istedik! O kadar korktuk!
Hala da korkuyoruz.
Doğduğumuz gün, yaşama ilk adımını attığımız gün, ciğerlerine ilk nefesini doldurduğumuz gün öleceğimizi bildiğimiz halde, yaşamın ölümle sonuçlanacağını bildiğimiz halde neden korktuk bu kadar?
Neden? Bir türlü anlayamadık.
Biz korkunca birileri de korkunun kıymetini anladı. Korkunun ne kadar yararlı ve kullanışlı olduğunu anlayınca da bununla çok büyük işler başarabiliriz dediler.
Aslında korkuyu yüz yıllardır kullananlar belki de bunu bir proje olarak koydu ortaya! Belki de planlandı. Belki de!
Askeri veya siddet içeren diğer tedbirlerle bir yere varılamayacağını, insanların kırılma noktasına geldiklerini ve büyük toplumsal isyanların başlayacağını hissettiler. İsyanlar bir çok ülkede başlamıştı zaten! Yeni bir sistem kurulmalıydı. Bu sistemde toplum isyan etmemeliydi. Toplum ne denilirse onu yapmalıydı. Söz dinlemeliydi.
Öyle bir sistem yaratılmalıydı ki korkudan altına kaçıranlarla korkmayanlar karşı karşıya gelmeliydi. Yeni bir toplumsal bölünme yaratılmalıydı.
Korkanlarla korkmayanlar, “virüsün yayılmasını hozlandıracaksınız, sizin yüzünden öleceğiz” diyerek dalaşmalıydı.
Korkuyu kullanmak avantajlıydı. Korku insana mahsustu. Korku inanca mahsustu. Korkan sorgulamazdı. İtaatkardı.
Yeni düzenin alıştırmaları, korku dalgasının tavan yaptığı ilk günlerde “sokağa çıkma yasakları” adı altında uygulanmaya başladı. Virüsün öldürücü yanı, insanların medya ve belli kurumlarca (Dünya Sağlık Örgütü ve diğer devlet kurumları) bundan alabildiğine korkutulması nedeniyle yasak sorgulanmadı, istendi, hatta yapılması için devlet kurumları zorlandı.
Birçok işletme kapatıldı. İnsanlar işsiz kaldı. Kimse sorgulamadı.
Kuaför kapatıldı ama üretim yapan işletmelerde çalışma devam etti.
Lokanta kapatıldı ama gıda üretimi yapan tesisler açık kaldı ve buralardaki çalışanlar herhangi bir tedbir alınmaksızın çalışmaya devam ett.
İlişkiyi kesmek için şehirler arası ulaşım yasaklandı ama metrolar tıklım tıklım çalışmaya devam etti.
“Eşin ile evde istediğin biçimde yaşayabilirsin ama aynı araca birlikte binemezsin” denildi!
Sahile gitmek, piknik yapmak yasaklandı ama madende çalışmak serbest bırakıldı!
Okullar tatil edildi, zaten eğitim gereksizdi!
65 yaş üstü ve 20 yaş altı tüm insanlar kendi konutlarında hapsedildi.
İtiraz geldi mi? Hayır. Çünkü virüs vardı. İtiraz etmek olmazdı. Ölüm vardı.
Ve nihayet beklenen açıklama geldi. “Dünyada ve bizde artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak” açıklamasını bizzat Cumhurbaşkanı yaptı. Bilim insanları da destek verdi, “salgın yıllarca devam edebilir” diyerek!
Bundan sonra izin verilirse gülümseyeceğimiz günleri yaşayacağız. Döviz ile ilgili açıklama yapmak bile yasaklandı. İleride demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi kelimeler de yasaklanabilecekler arasında sırasını bekliyor.
Yeni dünya düzeni bu!
Belki ileride yeni bir toplumsal bölünme daha yaşayacağız. Aşı olup iyileşenler ve temizlenenler, aşı olmayıp hastalık yaratan kirliler!
İleride aşı ile birlikte nano ciplerin de vücutlara entegre edileceği söylentileri ise olasılık dahilinde. Bilimsel bilgilerimiz yetersiz ancak gelişen teknoloji ve bilimdeki gelişmelere baktığımızda olmayacak bir şey değil.
Ancak virüs salgını ile yaratılan yeni toplumsal düzende özgürlük ve insan haklarından bahsetmek neredeyse imkansız hale gelecek.
Yaşadığımız an itibarıyla insan hakları askıya alınmış durumda. İnsan haklarına erişim, askıda ekmeğe erişimden çok daha zor!
Haklarımıza yeniden kavuşabilirmiyiz? Çok zor! Çünkü istemiyoruz. Çünkü krkuyoruz. Çünkü bedeli var ve bu bedeli ödemeye yanaşmıyoruz.
Virüs gerçek mi değil mi? Laboratuvar ürünü mü yoksa doğal mı? Artık bu soruların ve cevaplarının önemi kalmadı. Virüs bahanesiyle tüm haklarımız kendi rızamızla elimizden alındı. Söz bitti.
1956 Elazığ doğumluyum
1977 Diyarbakır Eğitim Enstitüsünden mezunum
Siyasi nedenlerle öğretmenlik yapmadım
1980 sonrası 6 yıl kadar Diyarbakır, Eskişehir ve Antep cezaevlerinde tutsak kaldım
İşçi emeklisiyim