Herhangi bir süper kahramanın gelip dünyanın çıkan çivisini bir vuruşta çakma ve tüm olumsuzlukları yok etme ihtimalinin, halkın birleşerek her geçen gün kendisini yok eden karanlık güçlere karşı mücadeleye başlaması ihtimalinden çok daha yüksek olduğu bir dönemde, toplumsal sorunları ortaya koyup, bu sorunların çözümünü çok iyi bildiği halde kılını kıpırdatmayanları rahatsız etmenin bir anlamı yok diye düşünüyorum!
“Hepimiz kardeşiz” türküsünü dilinden düşürmeyenlerin, deprem sonrası google amcadan, “Elazığ Kürt mü?” sorusunun cevabını araması kadar saçma toplumsal ilişkilere sahip olduğumuz gerçeği defalarca farklı şekillerde yüzümüze vurulmasına rağmen, “birlik” ve “mücadele” kelimelerini yan yana koymaya çalışmanın da anlamsızlığına inanıyorum.
Bu nedenle de sizlere, sizlerin de çok iyi bildiği, her geçen gün artarak devam eden kadın ve işçi katliamlarından bahsetmeyeceğim.
Hele de yine sizlerin de çok iyi bildiği gibi, gün be gün artan çocuk istismarlarından, taciz ve tecavüzden, çocuk yaşta evliliği, yani tecavüzü açık bir şekilde savunanlardan, çoğalan çocuk evlilikleri ve çocuk annelerden de bahsetmeyeceğim.
Bilerek yakılan ormanlarımızdan, katledilen doğamızdan ve yaşamsal gelecekten de tek kelime yazmayacağım!
Bilerek yakılan ormanlarla birlikte yok olan milyonlarca, milyarlarca canlıyla birlikte bozulan doğal dengenin yaşamla ilgili sonuçlarının insanlar açısından çok ağır olacağını da bildiğinizden, bu konuda da konuşmayı abesle iştigal olarak görüyorum!
Tüketilen temiz su kaynaklarını da yazmaya gerek bulmuyorum!
Tüketilen ülke kaynaklarından, tüketilen insanlıktan, tüketilen adaletten, tüketilen yaşamsal ve etik değerlerden konu açmanın da zaman israfı olduğuna inanıyorum.
Pek çoğunuzun, İnşaa edilen 3. Hava limanının, 3. Boğaz köprüsünün, şehir hastanelerinin, devasa camilerin ve benzeri yapıların, gerekli olduklarından değil, ülke kaynaklarının geleceğe dönük yıllarının ipotek altına alınması, geleceğin toptan sömürülmesi ve bu sömürünün paylaşılması için yapıldığını bildiğinizden emin olduğum için, bu konuda da tek kelime etmek istemiyorum!
Hukuk katledilerek işlerinden atılan, Ehliyet, pasaport, kaptanlık gibi tüm belgeleri iptal edilen, başka bir işe girmesinin engellenmesi için bankada hesap açması bile engellenen, hatta üzerine kayıtlı mülkün satışı engellenen yüzbinlerce kanun hükmünde kararname mağdurundan konuşmanın bir anlamı var mı?
Boğaz köprüsünde başlayıp, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilerek harp okulu öğrencilerinin üzerine yıkılan “Allah’ın lütfu” bir darbemiz oldu! Sesimizi çıkardık mı? O zaman ben neden bu konuyla canınızı sıkayım?
Yer altı ve yer üstü toplumsal ne değerimiz var ise satıldı. Yetmedi umutlarımız, yetmedi öfkemiz satıldı. Bilmiyor musunuz? Anlatmaya gerek yok!
Doğa defalarca uyardı. Dinlemediler. “Kanal İstanbul” denilen ve doğal dengeyle ölümüne oynanan mega projeyi de yaşama geçirecekler. Projenin doğruluğuna inandıkları için değil, son voleyi vurmak için! Yoksa doğal dengeyi sonuna kadar bozacaklarını onlar da çok iyi biliyorlar. Geldiklerinden 2023 den bahsetmişlerdi ve o tarihe çok az kaldı. Görev süreleri doluyor ve gidecekler. Gitmeden son pastayı da kesmeleri lazım. Başka pasta da kalmadı. Biliyorsunuz. Ben neden anlatayım ki!
Bilinen şeyleri, bildiklerinizi tekrar tekrar anlatmanın anlamsızlığını sizler de çok iyi biliyorsunuz ve bu nedenle anlatmayacağım!
“Kapat kapıyı, zulüm içeri giriyor, üşüyoruz” desem yetmez mi? Yeter aslında! Yeter de anlamış olsak bile anlamamış pozunda fotoğraflanmak için tüm sanatsal gücümüzü kullanabileceğimize de inanıyorum!
Bırak açık kalsın kapı!
Müstehak olduğumuz için değil, müstehaklık zaten kesin! Zulüm kemiklerimize kadar işlerse belki insani bir davranışımız, “yaşama isteği” ağır basar da üşütenlerden hesap sorma gibi bir his uyanır içimizde!
Böyle bir uyanış konusunda elbette mütmain olmamak işten bile değil!
Sadece bahsetmenin, söyleyip sızlanmanın, anlatıp rahatlamanın, kurumuş vicdanları yumuşatmaya çalışmanın bu olanlara faydasının olmayacağını biliyorsunuz, biliyorum.
Yaşanan her şeyi hepimiz en ince ayrıntısına kadar biliyoruz. Ne yapılacağını, ne yapılması gerektiğini, zamanın kalmadığını, her geçen dakikayla sona yaklaşıldığını, çocuklarımızın geleceklerinin çalındığını ve bir daha onların yüzlerine bakamayacağımızı da biliyoruz!
Bu konuda da söylenecek tek bir kelimem yok, olsa da anlatmayacağım.
Ya bildikleriniz doğrultusunda davranın ya da sizler de sesinizi çıkarmadan oturun, bulursanız yiyin ve uyuyun!
Karar sizin. Benden de bu kadar.
Israr etmeyin, anlatmayacağım.
İyi olan kazansın, haklı olan değil ki oyunun kuralı da budur.
1956 Elazığ doğumluyum
1977 Diyarbakır Eğitim Enstitüsünden mezunum
Siyasi nedenlerle öğretmenlik yapmadım
1980 sonrası 6 yıl kadar Diyarbakır, Eskişehir ve Antep cezaevlerinde tutsak kaldım
İşçi emeklisiyim