"Enter"a basıp içeriğe geçin

Dilde Vahdet, Zihinde Tefrika

Müslümanların parçalanmışlığından güç alan Emperyalistlerin bugün için en çok korktukları nokta, Müslümanların ittihad etmesidir. Lafta bir ittihattan ziyade düşünce ve eylemde gerçekleştirilecek bir ittihad, Emperyalizmin sokaklarımızdan ve ruhlarımızdan sökülüp atılması manasına gelecektir. Bunu çok iyi bildikleri için Müslümanların her türlü farklılıklarını, öteki Müslümanlara düşmanlık unsuru olarak göstermeye çabalamaktalar. Nitekim bunu büyük ölçüde başardıklarını büyük bir acıyla itiraf etmek gerekir.

Bugün için âlemi İslam’ın en çok ihtiyaç duyduğu kavram, ittihad, vahdet ve ümmet kavramları iken ne yazık ki zihni iğdiş edilmiş Müslümanların düşünceleri ve pratikleri bundan epey uzaktır. Özellikle hemen yanı başımızda yaşanan olaylar, turnusol kâğıdı etkisi yarattı.  Yaşananlar gösterdi ki ifrat ve tefrit noktasında gereken pH’ın çok uzağında bir yerlerdeyiz.

İttihadın söylemde bu kadar çok gündeme geldiği fakat düşüncede tefrikanın zirve yaptığı başka bir dönem var mıdır, tarihe bakmak gerek. Bugün ümmet coğrafyasının yaşadığı sorunlardan, buhranlardan bahseden bir Müslümanın ağzından çıkan ilk sözler, “Mezhepçilik fitnesine düşmeyelim!” uyarısı iken, bu Müslüman kardeşimizin dile getirdiği uyarıyla tezatlık teşkil eden ve mezhepçilik kokan ifadeler kullandığına üzülerek şahitlik ediyoruz.

“Müslümanlar mezhepçilik fitnesine düşmemelidir.” cümlesini kurup hemen ardından mezhepçilik kokan ifadeler kullanan Müslümanın emsali, “İki şeyden nefret ederim; birincisi ırkçılık, ikincisi zenciler.” diyen kimsenin emsali gibidir.

Türkiye’de birtakım Müslüman çevrelerin mezhepsel farklılıklar nedeniyle “öteki” mezhebe ait unsurları, “ümmet dışı” unsurlar olarak nitelemeleri, hatta akidelerini tartışma konusu yapmaya çalışmaları, gözlerini kör eden taassupla, belki bir noktada, açıklanabilir. Ulusal çıkarlar putu veyahut öteki mezhep tasavvuru, idraklerini dumura uğratmış olabilir ve bu yüzden böylesi hastalıklı bir düşünceye kapılmış olabilirler.

Fakat anlamadığımız, anlayamayacağımız nokta, yıllardır ümmetin yüz akı olan, Müslümanların bu zillet halinde bile dönem dönem göğüslerini kabartan unsurların da bir şekilde Müslümanların nezdinde itibarını düşürmeye çalışmalarıdır.

Ümmetin artık tek asgari müştereği konumunda bulunan Kudüs davası da ne yazık ki bu anlamını yitirmiş durumdadır. Artık Müslümanları Kudüs bile bir araya getirememektedir. Yıllardır siyonist rejime karşı şanlı bir direniş sergileyen HAMAS bile, İran-ABD gerilimindeki tutumu nedeniyle kimi Müslüman çevreler tarafından yaftalanmaya başlandı. Bunun hiçbir mantıklı izahatı yoktur, olamaz! “Aslında onlar ilk günden beri…” gibi cümlelerle başlanan ve ardından kin kusulan garabetler, Şehit Şeyh Ahmet Yasin’e, Şehit Abdülaziz Rantisi’ye, Şehit Yahya Ayyaş’a, Şehit Furkan Doğan’a ve diğer bütün şehitlerimize karşı yapılan büyük bir terbiyesizliktir, bunun izahatı ve kabulü mümkün değildir!

En azından bugün kin kustukları Müslüman şahsiyetler, kutsadıkları bazı şahsiyetler gibi Kudüs’ü doğu ve batı olarak ikiye ayırmamış, bunu Filistin davasına sahip çıkmanın zirvesi olarak göstermeye çalışmamış ve İslam ülkelerine bunu ‘resmen’ kabul ettirmemişlerdir. Bu Müslümanlar, “Doğusuyla batısıyla Kudüs İslam’ındır!” diye haykırıyor ve bunun için mücadele veriyorlar.

Ümmet düşüncesini gerçekten özümsemiş ve bu düşünceyi saf, katıksız bir şekilde benimsemiş bir Müslüman, asla mezhepçi, ırkçı, ulusal çıkarcı düşünmez, düşünemez. Bugün kendisini ümmetin merkezine koyanların, ümmetin ağabeyliğini yapmaya namzet gösterenlerin, dilinde ittihad, zihninde tefrika taşıyanların Müslümanlara verebilecekleri hiçbir şey yoktur. Bunların verebilecekleri bir tarafa, Müslümanlardan aldıkları çok şeyler vardır. Bunlar parazittir, kamburdur, urdur…

Hamdullah ER