Uzun zamandır yazamıyorum. Gerek işlerin yoğunluğu gerekse de çakar ışıldaklar gibi saniyelik değişen ülke gündemi, yazmamamın, yazamamamın en önemli nedenleriydi.
Yazının ilk paragrafı bitmeden yazılan konuyla ilgili gündemin yerini farklı bir başlığın alması, yazma konusunda en büyük engeldi.
Evrim geçirmez olasıca insan denilen varlığın akıl almaz doyumsuzluğu ve vahşiliğinin yarattığı cehennem her geçen gün daha fazla kanlanıp ateşlenirken, resmin genelinden ziyade parçasını görerek hareket ettiğimizden ve gittikçe duyarsızlaştığımızdan karşı gelemez olduk, yaşanılan, yaşatılan zulümlere!
Taciz ve tecavüz kanıksandı!
Kadın ve işçi katliamları olağan hale geldi, getirildi!
Baskı ve zulüm günlük sıradan iş oldu!
İşkence, televizyonlarda nasıl yapılması gerektiği anlatılan, basit sorgu yöntemiymiş gibi sıradanlaştırıldı!
Zam desen, fiyat ayarlaması!
Günden bir Kaz dağlarındaki doğa katliamı oluyor, sanki başka doğa katliamı yokmuş gibi, bir Kanal İstanbul!
Asıl gündem, kötü yönetim, geleceğimizin yok edildiği, ülkenin dipsiz uçurumdan aşağı hızlıca düştüğü, karanlık bir geleceğin bizleri beklediği olduğu halde, bizlerin bunları görmemesi, düşünmemesi, karşı çıkmaması için önümüze koyulan, bizi acıtacak, korkutacak olgularla gündemler yaratılıyor.
Gerçeği, kendimizle ilgili gerçeği, geleceğimizle ilgili gerçeği görmememiz için pişirip pişirip önümüze koyulan Kaz dağları, Kanal İstanbul projesi gibi gündemlerle perdeleniyoruz!
Taciz ve tecavüzü bilerek arttırıyorlar ve göz yumuyorlar ki duyarsızlaşalım. Bir kötülük ne kadar çoğalırsa o kadar görünmez olur!
Kadın katliamları da benzer durumda!
İşçi katliamları artık görünmüyor bile! Gittikçe duyarsızlaşıyor, ilgisizleşiyor, umutsuzlaşıyor ve bu nedenle de atalet içine giriyoruz.
Hangi birine yetişeceğiz? Tecavüzler için eylem yapsak işçi cinayetleri öksüz kalacak! Kadın cinayetleri için ayağa kalksak doğa katliamları anasız kalacak!
Armudu sapıyla, üzümü çöpüyle götürenler bile huzursuz bir yaşam sürerken bizler içerisine sokulduğumuz ruhsuz yaşam biçimi yüzünden üç maymunun bile yüzünü kızartacak kadar sessiz kalıyoruz!
Öfkemizi bile çaldılar, kalmadı, bizleri ayağa kaldıracak kadar bile kalmadı!
Tüketime dayalı bir ekonomiyle tükenirken, içimizde olması gereken insani duyguları bile üretemez hale geldiğimizden, insanlığın tükendiğinden dem vurup kendi tükenmişliğimizi gizlemeye çalışıyoruz.
Samandan vazgeçtim, kıçımıza tıkılacak pamuğu bile üretemiyoruz!
Tüm gıdalar insan sağlığına zararlı. Hava kirliliği had safhada. Stres sağlığımızı tehdit eder boyutta! Açlık ve sefalet çıplak gözle görünüyor! Gelecek ipotek edilmiş. Doğa katlediliyor. Dünyadaki yaşam bitti bitecek. Bizlerde tık yok!
Sadece sosyal medyada söylenen birkaç itiraz cümleleriyle rahatlayabiliyoruz! Herkes bir başkasından bekliyor isyan etmeyi, yaşatılanlar için.
Süpermen tam anlamıyla ihtiyaç haline geldi!
Libya’da açılan ikinci savaş cephesi bile rahatsız etmedi, edemedi, o derece yorgunuz ama demokrat olarak değil, insan olarak!
Anma günlerini unutmuyoruz! Unutursak kuruyacak yüreklerden dolayı değil, o günleri anmak bile rahatlatıyor vicdanlarımızı! Ne de olsa hatırlayıp görevimizi yapmış oluyoruz! Unutmamak bile devrimci bir eylem haline geldi!
Gerçek anlamda tek gündem var. Geleceğimiz, umudumuz, hayallerimiz, yaşamımız ve öfkemiz çalındı. Bunların geri alınması gerek ve bunun için de bir gayret, bir hareket, bir istek, biraz öfke, biraz da biraz da bunları yapmak için her şeyi göze alacak yürek gerekli.
Tek tek konularla ilgili olarak değil, büyük fotoğrafta görünen gerçek gündem için yapılması gereken her şeyi yapmak zorundayız. Başka bir yok, başka bir seçenek, başka bir alternatif yok.
Kanal İstanbul sadece bir örtü, büyük fotoğrafı engelleyen, diğer gündemler gibi.
Mesela, Suriye’den, İblid kaosu yüzünden gelecek olan ve bizlere elli bin olarak açıklanan, gerçekte ise iki milyon beklenen mülteci gibi.
Mesela, Libya’da açılan ikinci savaş cephesi gibi.
Her gündem, önümüze koyulan bir engeldir, her gündem karanlık bir örtüdür, her gündem oyalama taktiğidir.
Oyalanacak zaman değil.
Çaresiz değiliz, çare biziz!
1956 Elazığ doğumluyum
1977 Diyarbakır Eğitim Enstitüsünden mezunum
Siyasi nedenlerle öğretmenlik yapmadım
1980 sonrası 6 yıl kadar Diyarbakır, Eskişehir ve Antep cezaevlerinde tutsak kaldım
İşçi emeklisiyim