Mevsimlerin her halinden bungunum. Yazı hiç sevmem çok sıcak, kıştan nefret ederim çok soğuk, İlkbahar aşk ayları, sonbahar hüzün dönemi. Ben sanırım sadece mevsimlerin kendilerinden nefret ediyorum. Ama mevsimlerden nefret ettiğim kadar da mevsimlerin beraberinde getirdiklerinden haz alıyorum…
Mesela, yaz günleri daha bi’umutla kalkıyorum güneş doğarken, ya da ilk baharın şanına yakışır yağmurları daha bi’güzel ıslatıyor. Hele sonbahar ve kış da bir şeyler yazmak yok mu? İşte en güzel yazılar o zamanlarda dökülüyor. Ama kışın en çok da kar sessizliği güzel olmuyor mu?
Kar öyle ki önce biraz korkutuyor insanı, ben geliyorum derken soğutuyor havayı. Ardından biraz gösteriyor yüzünü, “Bu daha başlangıç” diyor ama. Sonra yine elzem bir soğuk bırakıyor yer küreye, ta ki insanlar değerini anlayasıya kadar, ta ki insanlar “Kar gelsin görürsün, yumuşar hemen hava” diyesiye kadar. Bunları duyar duymaz gelişini hızlandırır her zaman kar. Bir bakmışsınız sabah her yer bembeyaz bir ölüm sessizliği. (Ölümün sessiz olduğunu da kim çıkarttıysa) Seyrek geçen arabaların tekerlerine yapışan, rengi değişmiş kar topcuklarının ıslak seslerinden başka bir ses yoktur artık. Sanki gördüğümüz her şey dinleniyor, sanki gördüğümüz her şeyin üzerine bir el özenlice bembeyaz bir battaniye örtmüş. O sessizlik nasıl açıklanır başka türlü?
Okula giden öğrenciler, işe giden çalışanlar, sıradanlık çemberindeki memurlar, orada burada kuru bir yer arayan köpekler ve asla görünmeyen kediler hariç her şey derin bir uykuya çekilmiş. Ama fazla sürmüyor bu sessizlik. Bir tek dağlar, dağlar kadar sessiz kalabiliyor. Dağlar daha bi’güzel olmuyor mu kışları? Yoksa sessizlik en çok en
sessize mi yakışıyor?
Keşke bu sessizlikten insanlara da yağsa…
Bazan hayalperest, bazan müşkülpesent, bazan evcil. Ama genellikle hayalleri olan sıradan bir genç. (17 Yaşımdayım)
191