Uzaktan eğitim alınca sabah erken saatte sınav için hazırlanmaya başladım. Oldum olası hep tembel bir öğrenciyim ya, yanlış anlamayın sadece zaman ve materyal hazırlığı o kadar. Sınavın ikinci günüydü zaten, bilen bilir sadece iki gün olur. Ona göre de hazırlıklı gitmek gerek sınava. İlk gittiğim gün az sonra anlatacağım kadar sevinçli dönmemiştim sınavdan. Bu arada yanımda yeğenim Muhammed İslam yardımcı oluyor bana. Sınavlarda kopya falan vermiyor, öyle değil. Telefon, cüzdan ve çantam ben sınavdan çıkana kadar ona emanet.
Ben sınavdan çıkana kadar Muhammed İslam beni bekliyordu kapıda. Dışardaysa esen rüzgar bunun üzerine kötü bir sınav ekleyin daha söze ne hacet. Üşüyorum ayak uçlarımdan tutun vücudumun her tarafına, zaten üşümek için iki sebebim hazır. Biri sınavın kötü geçmesi bir diğeriyse buz gibi insanı titreten hava. Hasbelkader çabuk vardık benzinliğe, yakın bineceğimiz durağa.
O ara ihtiyacım bir telefon bayisi, buldum bulmasına ama tatil gününe denk geldim. Şansın böylesi hayır getirsin deyip, yoldan geçen ilk minibüse atladık. Doğal olarak sorduğum ilk soru ineceğimiz güzergahtan geçer mi? Evet geçer cevabını alınca yüreğimi bir ferahlık sarmıştı.
Erken eve gidip kahvaltıya yetişmek olunca işin sonunda, insan sevinir. Elimde telefonunum minibüsün içinden müzik sesi geliyor. Dikkatimi çeken Ahmet Aslan’ın tanıdığım bir şarkısının çalması. Eser ona mı ait bilemem, lakin kendi sesinden dinlemiştim hep. Güzel de söyler Ahmet Aslan, hem de aslan gibi titretir sazı, sözü ve sesi öyle heyecan verir. Az sonra telefonu çaldı minibüsü süren kıymetli abinin. Güzel ve düzgün bir konuşmayla bitirdi telefon görüşmesini. Ondan sonra Kürtçe tanıdık bir şarkı çalmaya başladı. Yanılmıyorsam Hozan Dino’nun eserlerinden bir taneydi. Yeğenimin dayı abi Kürt galiba demesiyle tebessüm ettim. Olağan bir durum olduğunu söyledim bu kadar şaşırmaması gerektiğini de tembihledim. Hozan Dino’nun şarkısı biterken Karadeniz taraflarından güzel bir horon müziği dinlemek nasip oldu. İkinci kez telefonu çalıyordu, bu defa Türkçe konuşmaya başladı, aynı düzgünlükle konuşup kapattı telefonu. Benim kulağım kendisinde ama gözüm telefonda. Kendi kendime iç geçirdim, bu minibüsteki gibi yaşayabilseydik keşke. Farklılıkları kabullenen, değerleri olan ve insanların farklılıklarını bir avantaj olarak görüp onlardan bir şeyler öğrenen insanlar olsaydık. Galiba bu minibüsteki abi başarmıştı, kendini hayatın merkezinde en güzel şekilde yetiştirdiği belliydi. Ama biz hala keşke ile yaşıyoruz, değerlerimiz, kırmızı çizgilerimiz ve hatta ne istediğimizi bilmediğimiz için belki kim bilebilir!
26.10.1998 tarihinde hayata gözlerimi açmışım.
“Hepimiz bir dünyanın ortak vatandaşlarıyız.” Bundan dolayı ırk, dil, din, memleket… Önemsiz (en azından benim için).