‘’Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Ancak ulûl’elbab (daimî zikir sahipleri) tezekkür eder.”
(Zumer Suresi, 9. Ayet)
Siyaset bilimi ve uluslararası ilişkilerde, geçmişten bugüne devletin yetki ve rolü tartışılmıştır. Kimileri devletin zorunlu bir kötülük olduğunu ifade etmiş, kimileri ise devletsiz bir yaşamın idame ettirilemeyeceğinden dem vurmuştur. Günün koşullarına göre devlet kimi zaman tek güç hatta ‘‘baba’’ olarak görülürken, gün gelmiş sade bir gece bekçisi olarak, gerektiğinde müdahale eden bir yapı olarak resmedilmiştir. Öyle ki ideolojiler dahi bu minvalde şekillenmiş, devlete top-yekün karşı olan klasik liberaller ve anarşistlerin yanı sıra her şeye rağmen devletin devamını öngören muhafazakârlar, sosyal demokratlar ve hatta bir ölçüde Marksistler bu temelde düşüncelerini ifade etmişlerdir.
Gün olmuş devlet tek aktör olarak her şeye nüfuz ederken, gün olmuş kamusal alanı sivil topluma, vakıf, dernek ve cemaatlere bırakmıştır. Bırakmıştır ama kadife eldivene geçirdiği demir yumruğunu da hiçbir zaman elden bırakmamıştır.
Peki… Ben bunları dersteymiş edasıyla niye anlatıyorum diye sorarsanız, başkanlık sistemine geçilmesiyle beraber yeni bir döneme girilen Türkiye’de, devlet radikal kararlar almaya başladı. Daha doğrusu çok daha önceden alınan bu kararlar uygulanmaya başlandı. Görülen o ki paralel devlet yapılanması olarak literatüre geçen, sıkça kullanılan ismiyle FETÖ’den ağzı bir hayli yanan devlet kademeleri, cemaat, vakıf gibi yapılanmalara oldukça temkinli ve sorgulayıcı yaklaşıyor. Başta FETÖ olmak üzere Furkan Vakfı ve son olarak Harun Yahya mahlaslı Adnan Oktar örgütüne yönelik büyük bir operasyon düzenlenmesi bunun en açık göstergesi. Tahminimce bu kadarla da sınırlı kalmayacak, kalmamalı da…
Toplumun inanç ve duygularını istismar ederek, ‘‘nerelere’’ hizmet ettiği ‘‘belli’’ olmayan ne kadar örgüt varsa temizlenmeli. Temizlenmeli ki İslam’a karşı dört koldan başlatılan bu karalama hareketleri başarıya ulaşamasın. Bir yandan DAEŞ ile İslam’ı şiddet ve kan dini olarak göstermeye çalışanlar, diğer yandan FETÖ ve Oktar gibi yapılanmalar ile İslam’ın temel kaide taşlarını yerinden oynatmak istiyorlar. Muhakkak ki, Yüce Yaradan dininin mutlak savunucusudur lakin bizlerin de artık bir nebze olsun bilinçlenmesi gerekmiyor mu? Her Allah diyene, Allah’ın dediklerinden daha çok itibar ediyoruz. En sahih kaynak olan Kuran ı Kerim, ‘‘Oku’’ diye başlar, ‘‘Dinle’’ diye değil. Hele safsatacıları hiç değil.
Velhasıl diyeceğim böylesi şahıs ve yapıların her zaman bizden çıkacak olmasına hazır olun. Bunlar dünya var oldukça, olacak kimse ve yapılar. Doğrunun ikame edilmediği yerlerde her zaman sahteler çıktı ve çıkacaktır. Çözüm varoluş problemini halletmektir. Hak gelince bâtıl zail olur der Allah. Yoksa bâtıl kendiliğinden gitmez. Selametle…
Rahminde cemiyetin, ben doğum sancısıyım
Mukaddes emanetin, dönmez davacısıyım
Zamanı kokutanlar, mürteci diyor bana
Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana
(Necip Fazıl Kısakürek’in Muhasebesi’nden)
1989 yılı Diyarbakır’da doğan Mert Mahir GÖZ ilk ve orta öğretimini (2006) Diyarbakır’da tamamlamıştır. Yüksek öğretimine Uludağ Üniversitesi’nde (2007) başlayan GÖZ, buradaki eğitimini yarıda bırakıp Ankara Ufuk Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası Bölümü’nü burslu kazanmıştır. 2013 yılında Ufuk Üniversitesi’nden dereceyle mezun olan GÖZ, yine aynı üniversitede çift anadal programı (ÇAP) kapsamında Uluslararası Ticaret bölümünü bitirmiştir. Lisans eğitimini tamamladıktan sonra Hasan Kalyoncu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda master yapan GÖZ, şuan İnönü Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi alanında doktora çalışmalarını sürdürmektedir. Politik tarih, siyasal sistemler ve uluslararası ilişkiler konularında birçok makalesi olan GÖZ, aynı zamanda Özgür Haber gazetesinde yazılarını kaleme almaktadır. Ayrıca GÖZ, kurucusu olduğu GOZMER (Güncel Ortadoğu Zabıtları Merkezi) çatısı altında ülke ve Ortadoğu’daki gelişmeleri değerlendirmektedir.