“Sevgili günlük” diye başlar mı cümlelerimiz Meri?
Sen de yazar mısın bir gün, içinde hasret, elinden geçenleri?
Sayılı gün çabuk geçer, derlerdi ya sevgi ya da sevgili, günlük bir şey miydi?
Biliyorum, biliyorum. Kastettikleri yalnızca bir defter, güne dair notlar düşüldüğü için günlük diyorlar adına, onu da biliyorum. Ki biz günlük yaşayamayız zaten, geçmiş bırakmaz peşimizi. Ama kaldıramıyorum Meri, sevginin günlük olmasını, bir güne sığdırılıp ertesi gün rafa kalkmasını. Gün be gün azalmasını, yok olmasını anlayamıyorum. Ama okudum, anlamak için kaynak taradım. Kaynağını aradım durmadan, ararsan bulursun derlerdi ya buldum sanırım.
Şimdi sana sevgiyi anlatacağım. Ama araya girme olur mu? Sözümü de kesme. Ezberleyemedim henüz, tekrarlamazsam uzun süreli belleğe atamam, unuturum diye korkuyorum. Biliyorum ben, deyip karşı da çıkma sakın. Bilmiyormuş gibi yap, yeni doğmuşsun da tabula rassa’ymışsın gibi, oyuna sonradan katılmışsın da sessizce anlamaya çalışıyormuşsun gibi yap. Hatırlar mısın, matematik problemlerini herkesten önce çözüp “buldum” diye el kaldırırdın. Hep, çok bilinmeyenli denklemleri sever, bir gün o x’i bulacağım sanırdın. Niye bu kadar zaman kaybederdi insanlar anlamazdın. Bilinenlerin ahengini fark ettiğin anda, ortaya çıkardı bilinmeyenler. Bulmanın heyecanı sarardı içini de yerinde duramazdın…
Öyle yapma işte, durdur yüreğini, kıpırdamasın. Sessizce otur, dağıtma dikkatleri. Bırak diğerleri de uğraşsın bulmak için, bilsen de sus. Sürü psikolojisine uy, kimse sesini çıkarmazsa ki çoğunluğun bildiği doğrudur da derlerdi, yine sus. Ben hoca olup anlatayım, bildim sandığın her şey yer değiştirsin. Aslında var olan, kendini x’in ardına saklayan ve bulmak istediğinde ortaya çıkan sevgi, yokmuş gibi hisset önce; yokluk canını yaksın. Var olanın ansızın kayboluşu şaşırtsın seni, kafan karışsın. “Hiçbir şey bilmiyormuşum meğer” de, “Bilirsem bulurum sanmıştım ama bilmek, bulmak değilmiş” de. Bakarken görmeyi öğren önce, sonra da yeniden bul. Bir de “Geometri sevmeyenler giremez” yaz kapıya. Bilmeyen varsa öğretiriz ama sevmeyeni alma içeri. Boşuna çabalarız, canımız yanar.
Ya sevmeyi bilmiyorsa? Ya da bilinmeyen sevilmiyorsa?
Hayır Meri, her insan içinde sevgiyle doğar. Her bebek masum ve günahsızdır. Sevgiyi hisseder. İhtiyaç duyduğunda, yanındaysa ona bakım veren kişi; tutarlıysa, bir varken bir yok olmuyorsa, işte o zaman dünyaya ve diğer insanlara dair temel güveni atmış olur. Sonra yabancı olduğu dünyaya uyum sağlar; anlamaya, anlamlandırmaya çalışır. Emekler, düşer, kalkar, koşar, izler, konuşur, büyür, öğrenir. Ve beyin, duygusal bağ kurmadığı hiçbir bilgiyi işlemez hafızasına, duygular yaşamın temelidir. Aslında sevgiyi biliyoruz Meri, zamanla öğrendiğimiz, öğrenmek ve alışmak zorunda bırakıldığımız şey sevgisizlik. Ufacık bir hata yapsak Allah yakacak bizi, bir yaramazlık yapacak olursak annemizin sevgisi eksilecek, okulda başarılı olmaz ve takdir almazsak ceza alacağız, başkasının çocuğu neler neler yaparken, biz bir işe yaramayacağız…
Sevgiyi şarta bağlıyoruz Meri. Oysa sevgi bedel istemez yalnızca çaba ister, bunu hep unutuyoruz…
Hem sevmek için bilmek gerekmez ki. Sen aileni bilerek mi sevdin sanki? Hangi dünyaya kimin ellerinde geldiğinden haberin bile yoktu. Verdiler seni annenin kucağına, zamanla tanıdın, alıştın. Ki bazen annem bildiğin anne değil, el dediğin daha çok sen’di. Tanıdıkların, arkadaşların, sevdaların… Düşünsene, hepsi birer yabancıydı ömrüne. Onlara fırsat verdin ve sevmeyi seçtin. O zaman insan bilmediğini de sevebilir, ama sevgiyi daim kılan bilinirliktir; tutarlılık, benzerlik, güvenirlik…
Sen, hiç gerçekten sevdin mi? Ya da sevince vazgeçilir miydi?
Sevgi hep gerçektir Meri. Sahtesi olmaz. Yalandan yaşanmaz. Fabrikalarda seri üretime geçip marketlerde satılmaz. Onun yeri yürektir, hiç solmaz. Ama saklanır bazen. Eksik olan sevme eylemidir. Eksik olan bizizdir. Hani bize sevgisizliği öğrettiler ya, işte içimizde koca bir boşluk oluştu zamanla. Her geçen gün biraz daha büyüdü. Günler saymakla bitmedi. Ve eksildikçe yürek, tamamlanmak istedi. Bir hayal tasarladı içinde, çünkü beyin kendi gerçekliğini oluşturabilir, kendinde eksik olan ne varsa, neye ihtiyaç duyduysa hepsini doldurdu ona. Bütün güzel özelliklerle bezedi, olmak istediği kişiydi o, olmaya çabalamak yerine hayal etti. Sonra biri çıktı karşısına, onu tanımaya fırsat vermeden aldı hayalini, ona yerleştirdi. Böylece alışması da zor olmadı, sevmesi de. Gün geçti ve bir şeyleri fark etti. Karşıdaki kişi kaldıramadı ona yüklenen bedeni, hayalini reddetti. Kırıldı Meri, ufalandı, üzüldü. Gidemedi önce, inanmak istemedi. Sonra usulca vazgeçti. Eğer bırakmasaydı karşıdakini, beden değil ruh gidecek, hayalinden geçecekti. Ve insan hayalsiz yaşayamaz. Eğer buysa sevgi dediğin, karşıdakini değil de kendi içindekini yaşatmaya çalışmak, ona uygun kanallar bulup var kılmaksa, bir gün gider Meri.
Ve dersin ki sevgi değilmiş bu. Sevgi, gerçek değilmiş…
Oysa sorun gidende değildi, hayalde de. Sadece ikisi denk düşmedi ve birbirinin içine geçmedi matruşkalar. Belki de önce kendini sevmeliydi, önce çaba sarf etmeli. Fark edemedi insan, sevdikçe eksildim, dedi ve eksildikçe sevmedi…
Hem sevince vazgeçmek mümkün değildir. Sevgiden geçmez, kendinden geçer insan. Mesela şimdi herkes çok seviyor ama en ufak sıkıntıda yok oluyor, parçalanıyorlar. Herhalde çok sevince çabuk gidilir sanıyorlar. Çok sevince bitecek sanıp idareli harcıyorlar. Ki ömrün uzunluğu kısalığı da bilinmez, ama insanlar hasta oldu diye bırakıyor sevdiğini, acısına dayanamam deyip kaçıyor. Oysa onla geçen 3 gün, 3 asra değmez miydi? Oysa acı çektiğimiz bunca saçmalığın içinde, ona üzülmek şerefti. Eğer aşk ya da salt sevgi varsa arada, her zorluğa değer Meri. Çünkü iki farklı bir’in biz oluşu gibi, papatyalar gibi saf ve masumdur sevgi. Ve o besliyorsa yüreğini, bir ömre değer…
Ama insan korkuyor. Sevmek bu kadar zor değil ama yanılmaktan korkuyor. Bal yapmak için çırpınıp duran bir arı iken, aslını unutup, bir gün o bala saplanıp kalmaktan… Güle aşık olup dikeninde yaralanmaktan… Tamam olayım derken, ben’i de ona katıp bir gün onsuz kalmak, hiç olmaktan… Ama aşk bırakmaktan geçer. Önemli olan neyi bıraktığın, ne için tamamlanmaya çalıştığındır. Sevgi karın doyurmaz da derlerdi. Oysa doyar Meri. Gerekirse 64 parça yemek takımı almazsın, 5+1 evin olmasa da olur, arabanız yoksa yürürsün, çocuklar tabletle değil sizinle oynar, bez bebek yapar çiçekli masallar yazarsın, insanlar desin diye mutluymuşçuluk oynamaz, “Aşk sırrınan olur” deyip huzurla yaşarsın. Yüreğin eşyaya ihtiyacı yoktur çünkü…
Bunlar hayal mi Meri? Ben de hayal işçisi? Dünya gördüğüm gibi değil miydi?
Ya da benim gözlerimde bir perde var. Ama pembe panjurların tozu kaçmadı içime. Benim hayallerimde beyaz atlı prens yok hiç, kurbağa da değildi önceden. Ki bir insan kendi istemeden, başkası için niye değişir? Sevdiğinin saçının teline kıyamazken insan, onun için saçlarına tırmanır. Hiç mi düşünmez, sevdiğinin canı acır? Hem benim atlarım siyah, asil ve cesur. Ayrıca prensesler, neden başkasını bekliyor Meri? Onlara, öylece durup beklemeyi kim öğretti? Sonra hiçbir zaman birbirine çarparak aşık olmaz insanlar, dünyada bile. Gitmek istediğinde, kolundan sıkıca tutup benimsin, demezsin. Sevginin illa can yakmasına gerek yoktur çünkü. Seven, incinir de incitmez. Mesela görüyorum ben, yaşıyorum. İnsanlar çocukları için çalışıyor, çünkü onları çok seviyorlar. Onlar yaşamlarının anlamı (ya da onlar yeni yaşam inşası) ve başka insanları, yorgunluğunu umursamadan acıtıyorlar. Ama her şey senin için dediklerine, ayıracak zamanları yok, ne acı…
Çok kazanmasak keşke, az paramız olsa da yüreğimiz dolsa. Çok sevsek de zaman çoğalsa, yaşasak beraber…
Ben, hayal arkadaşı istiyorum Meri. Çünkü hayalin bittiği gün, hayatın da biter. Çünkü insan hayalleri kadar vardır ve hayalleri yıkılınca bir yürek, sessizce kırılır. Çünkü sevgi, yalnızca yürekte yaşanır…
Kimsenin hayallerinde kuşlar yok artık, biliyor musun? Kimse akvaryumdan çıkıp denizi keşfetmek istemiyor. Kimse hayal etmiyor, bize verilene sarılıyoruz sadece. Öğretilen çaresizliğin içinde yaşıyoruz. Oysa insan zamanla gördüğü, duyduğu, okuduğu ve yaşadığı şeye döner. Kimi sevdiğini ardında bırakıyor kimi önünde. Biz, hep yan yana dursak? Kimi toprağa gömüyor sevince, çok sevince(!), kimi önünde eğilip diz çöküyor. Biz, hep aynı seviyede kalsak? Eğer bunlar hayalse, hayat böyle bir yer değilse Meri, bırak orada kalayım, gerçeğimden uyandırma beni…
Belki de Meri, bir el tutar nefesimi, ben de üç yaşında kalır ve bir köşede sessizce ölüp giderim. Kimse duymaz, kimse bilmez hayallerimi. Ve hiç kimse, hayallere bile layık görmez beni, göğün mavisine hasret, acılar içinde ölümü beklerim…
Vasiyetimdir: Sevmeyi öğret insanlara. Bir kadının emanet olduğundan bahset; onlar güçsüz ve istediğini yap, değil; onlar yaratılış gereği daha hassaslar, yardım et ve destek ol, de. Annelere de tembihle, başkasının canını yakmaktan sakınsınlar. Oğullarını el üstünde tutup kızlarının hayallerini susuz bırakmasınlar. Yatağını abiler kendi toplasın, okulda başarılı olunca kızlar da alkışlansın. İzin ver; erkekler de ağlasın Meri, sevsin, bir kadının yanında güven duysun, yalnızca öfkeyi yaşamasınlar. Eşit olmak için saçma bir yarışa sürüklenmesinler sakın; siz eşsiniz ve birbirinizle tamamlanacaksınız, de. Gece nasıl ki farklıdır gündüzden, ama sonunda ona çıkar, öyle işte…
Ve sen Meri, her şeyden öte… Yüreğini kolla, çiçekleri ve çocukları çok sev. Bir de beni unutma…
Bir Şubat gecesi gelmişim ekseni eğik dünyaya, belki de içimin sıcaklığı bundandır…
Marmara mezunu psikolojik danışman, yüreği ellerinde bir kız çocuğu, ardında bıraktığı sevgi kırıntılarıyla yollar yapan ve dahi yıldızlara varan bir parça hayal…