İnsan en baştan yanmaya başlar, biz aşağıdan başlasak… Bir çare olur mu dersiniz? Kifayetsizlere ve ceberutlara inat bu hâl değişir mi? Gücümüz yeter mi?
Ülkemizde kırk milyon insan açlık sınırıyla boğuşuyor. Bu boğuşmayı bilen, izleyen 550 tane Maho Ağa hâlâ koltuk sefası sürmekte. Bilim, ekonomi, sanat vb. alanlarda istenen ölçüde başarıya ulaşmış değiliz.
Ama bakın haklarını yemeye lüzum yok, ayrılıkları hamasi bir dille çok iyi beceriyorlar. Bizleri din, dil, ırk üçlüsü üzerinden birliktelik adı altında bölüyorlar. Birimiz çok iyi Kürt oluyor, bir diğerimiz çok iyi Türk başarısını yakalamaktan beri kalmamakta. Bu konularda cidden mahirler.
Namussuzun yüzüne tükürmüşler, kendisi buna binaen teşekkür etmiş! Bizim bu Maho Ağa’larınki de bu misaldir. Hangi eleştiriyi yöneltirseniz yöneltin boş hikâye, ne söylediğiniz çok da mühim değil.
Son zamanlarda izlediğim filmdeki karakterden bahsedeyim. Şero Ağa denen karakter eski bir vekildir. Köylüye etmediği kalmamış, yalan ve hokkabazlıkları diz boyu olan, halkı devletin yaptığı projelerle kandırmakta usta bir karaktersiz. Gördüğümüz üzere sanat realitenin (gerçeklerin) aynasıdır.
Peki, bu örnekleri niçin mi ifade ettim?
Gelelim olayın bir de o kısmına, malumunuz TBMM’nin önünde kendini yakmaya kalkışacak kadar çaresiz bir hâldeyiz. İnsanlar (vatandaş) borç altında hayat mücadelesi veriyor. Bizi yönetenlerin durumu örneğini verdiğim Şero ve/veya Maho Ağa’nınkinden farksız değil.
Bir insanın kendisini yakması kader olmamalı, bu bir kadermiş hâli almamalı. Olağanlaşması ve bu tarz olayların yaşanması, hepimiz açısından ayıptır. Daha iyi yarınlar adına itirazım var demeli, yarına daha umutlu olmak adına susmamalıyız. Elimden bir şey gelmez diye diye bu hali aldık. Sustuk, korktuk ve yalanlarına kandık/kanıyoruz.
Bu anlayışın DNA’sı değişmeli. Siyasiler bizim değerlerimizi yok eden vampir rolünü, ancak biz yeter dediğimiz zaman bırakır. Kendilerine müsamaha gösterildikçe onlar, verilen yetkileri kendi ceplerini doldurmak adına kullanır; biz de insanların fakirliğe terk edilişlerini izleriz.
Yazımın son deyişinde kardeşime geçmiş olsun diyorum. Umarım bir daha bu tarz olaylar tekrarlanmaz, bizlerin bu durumda olması kimlerin ayıbı, ortadadır. Bizler en baştan yanmışız, hayır diyerek (yanacaksak bile) en aşağıdan yanmalıyız. Korkmadan, yakmadan ve inatla… Bu bir kader değil. Yanacaksak (hapislerde, ölümlerle) vicdanımız ve insanımız için yanmalı. Varsın vicdanını cüzdanına emanet edenler düşünsün!
26.10.1998 tarihinde hayata gözlerimi açmışım.
“Hepimiz bir dünyanın ortak vatandaşlarıyız.” Bundan dolayı ırk, dil, din, memleket… Önemsiz (en azından benim için).