"Enter"a basıp içeriğe geçin

Ötekileştiremediklerimiz

İnsanı var eden ilkeleri nedir?

Her kafadan ne çok ses çıkabilecek ya da her ideolojiden ne çok hüküm giyebilecek genel geçer bir soru. Var eden ilke ile var ettiğimiz ilkeleri karıştırmış üzerine anlam yüklemiş hatta çoğu zaman arkasından gitmiş akım çıkartmışız.

İnsanı var eden ilke gerçekten şehirleşmek, ilgi gören her şeyi ticarete dökmek hatta ve hatta insan bedenini bile ticarete dökmek, çıkarlar uğruna insan öldürmek, yeni savaş stratejileri üretmek ya da tek değerimiz olan bilimi dünya üzerinde söz sahibi olup hüküm sürmek için kullanmak mı gerçekten? Şehirleşmekten hayıflanınca “mağarada mı yaşamak istiyorsun o zaman yallah mağaraya” diye bağıran yankılanmış ve körelmiş cümleler var kulağımda. Baharı seven, yağmurdan kaçmayan, papatyaları çok sevip kopartıp canlılığına son vermeye kıyamayan insanlar bilir şehirleşmekten neden hayıflandığımı.

Bunca derdin arasında şehirleşmeyi de sorun etmek belki gereksiz ince düşüncedir, fakat bu ara en çok şehri oluşturan her gökdelenin duvarlarında gördüğüm o köhneleşmiş, nasır tutmuş söz geliyor aklıma “bilgi ağrıtır” doğru ya ne çok acı çektik, ne çok bilimde çığır açan insanlarımızı kaybettik bildikleri yüzünden. Uzunca bir süre kendi içimde çatıştığım bir türlü sonuç çıkaramadığım konuya büyüdükçe açıklık getiriyorum. Yıllarca silahla kazanılan harp meydanlarını eleştirdim birçok defa hüküm verip kalemle savaşmak varken silah kullanmalarını kınadım, büyüdükçe fark ediyorum gelişen bilim, kalemi değil kullanılan silahların kademelerini yükseltmiş meğer.

Acımasızca süregelen bu durum, zamanla doğrudan orantılı, zaman ilerledikçe daha çok kan akıyor daha çok işkence yöntemi gelişiyor. Yıllar önce iç savaş yaşayan bir ülke hakkında belgesel izlerken katledilen insanların müzeleştirilmesi ve işkence yöntemlerinin açık açık sergilenmesi haddinden fazla ürkütücü gelmişti bana henüz ortaokul talebesiydim dünyanın gerçek yüzüyle erkenden karşılaşmış atlatmam zaman almıştı, daha ben yıllar önce yaşanmış bu durumu hazmedemezken kitaplardan Bosna katliamı ve Yahudi soykırımını öğrendim, ah hoyrat geçen zaman ne çok acı var yüreğinde. Sahi zamanın da yüreği var mıdır? Kendince akıp giderken dünyada yaşanan bunca korkunç olayın farkında mıdır? Zamanın yüreği var mıdır bilemiyorum ama bence dünyanın yüreği var daha bu geçmiş soykırımları atlatamazken yanı başımızdaki ülkelerde hala soykırım gerçekleşiyor ve artık tırnak çekmek için kerpetenlere, insanları asmak için kanlı pelitlere ihtiyaç yok. Birçok geliştirilen biyolojik silah aynı anda birçok bebeğin, çocuğun ve yetişkinin canını almaya yetiyor. Gittikçe değişen iklim şartları artan depremlere bakılırsa dünyanın da kalbi var ve bu olanlar ona ağır geliyor.

Boynumuza taktığımız –İzm tasmalarını çıkarmanın zamanı gelmedi mi sizce de?

Geçmişte yaşamış, ölüsü çoktan çürümüş toprak olmuş insanların kendince ürettiği kalıplaşmış cümleleri hatta ve hatta sözleri ile karşılıklı cepheler üretmemiz sizce de cahil beyin işi değil mi? Artık kalıplaşan zihninizin özgürlüğünü kabul edip gönül kafesinde ki kuşları gökyüzüne uğurlamanın vakti geldi de geçiyor. Kendi zihin dilimizi oluşturmak için muhabbet edilecek sosyal ortamlara gerek yok, kendi ruhunuzu dinleyip anlamak bile yeterli, kendi dilinizi oluşturmaya. Bile dediğime bakmayın kalıplaşmış nasır tutmuş bunca düzen arasında insan en çok kendini anlamaya ihtiyaç duyuyor.