Okuduklarımızdan öğrendiğimiz şeyler var; insanlara güvenilmez, kalabalıklardan ne kadar kurtulursak yaralarımız o kadar iyileşir, şu koca dünyada hiçkimse bizi anlamadı ve anlamaz, elbette melankolizm başımızın tacı derdimizin ilacı… Bazen de çıkarılan dersler şunlar: hayatta ne kadar hırs o kadar köfte ya da daha fazla şeye sahip olmak daha güçlü insan demektir… Ama öğrenilmiş en iç kıyan anlayış, dünyanın ne kadar da bozuk bir yer olduğu ve iyi kalpli bireyler olarak bu dünyaya nasıl da tahammül edebildiğimiz anlayışı ki bu bir uyuşturucu maddesi niteliğindedir.
İnsanın özgün bir bakış açısı kazanmak için tevessül ettiği ve insani bir davranış biçimi olarak terk edilmemesi gereken okuma eylemi, insanı, kazandırdığı bakış açısının dışından habersiz ve eleştirel bir hale getirdiği zaman bir kazanımdan söz edebilmek ne derece mümkün olabilir? Mesela okumak, tek yönlü bir bilgi akışına maruz kalmak açısından aslında dinlemek anlamına geldiğine göre, tüm okuma etkinliklerimizin sonunda dinleme kabiliyetimizin hangi seviyeye erdiğini ölçümleyebiliyor muyuz? Ya anlama kabiliyetimiz? Yoksa “öğrendiklerimizi” paylaşma arzusuyla sadece yazıyor ya da konuşuyor muyuz?
Velhasıl, insanın çokça okuyup, okuduklarından hiçbir şey öğrenememesi ya da hiçbir şey öğrenemediği şeyleri okuyup sırtında taşıması ibretlik bir durum… Bundan daha ibretliği de var, bunun farkında olamamak…