Bilindiği üzere, CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasının ardından, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Ankara’dan İstanbul’a uzanan bir yürüyüş gerçekleştirdi. ‘‘Adalet Yürüyüşü’’ ismi verilen bu süreç çok şükür olaysız bir şekilde sona erdi.
İstanbul’daki Maltepe Meydanı’nda yapılan miting ile sonlanan bu sürecin iki temel amacının olduğu söylenebilir. Bunlar, Kemal Kılıçdaroğlu’nun parti içindeki konumunu sağlamlaştırma isteği ve başkanlık referandumunda elde edilen blok oyların canlı tutulma hedefidir. ‘‘Ne yani? Kılıçdaroğlu iş olsun diye mi yürüdü, ülkede hiç mi adaletsizlik yapılmadı?’’ diye sorarsanız. Tabi ki yapıldı. Çalınan sınav soruları, FETÖ tarafından atılan iftiralar, meslekten ihraçlar, liyakatsiz atamalar, usulsüzlükler… Bunların hepsi yapıldı.
Gün geldi devran döndü. Ayak iken baş olanlar, şimdi ayaklar altında. Ancak burada hassas bir denge olmalı. Zalimden hesap sorarken, onun yöntemleriyle değil, hakça davranılmalı. Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın dediği gibi, altı ibadet olan ve tamamen samimi duygularla bu yapıya kendini adamış olan insanların masumiyeti göz önüne alınmalı. Göz önüne alınmalı ki adalet, sadece seçkinlerin adaleti olmasın.
İşte bu noktadaki şikâyet ve taleplerden temellenen Kılıçdaroğlu, esasen akılcı bir yol seçti. Ülkemizde geçmişten günümüze dile getirilmekle birlikte, son yıllarda daha da yaygınlaşan özgürlük ve adalet söylemlerini hareket noktası olarak belirleyen ana muhalefet partisi lideri, hiçbir ayrım gözetmeksizin ülkenin tüm vatandaşlarını kapsayacak bir yöntem belirledi. İdeoloji ve parti sloganlarından soyut bir şekilde ‘‘hak, hukuk ve adalet’’ sloganlarıyla geçen mitingde, Ergenekon ve Balyoz mağdurlarından, Mavi Marmara ve 15 Temmuz şehitlerine uzanan geniş bir kitleye seslenildi. Zati bu nedenledir ki halk nazarında da karşılık buldu. Nitekim Emre Kongar’ın ‘‘Hayal bile edemezdik’’ ifadesi yerinde bir tespit olmuş. Gerçekten de CHP’liler dahi belki de böylesine bir katılım beklemiyordu.
Velhasıl her şey olması gerektiği gibi oldu ve bitti. Kılıçdaroğlu’nun dile getirdiği usulsüzlükler, haksız atamalar, liyakat kavramının hiçe sayılması gibi uygulamalara ben de karşı sonuna dek karşı çıkıyorum. Az bir zaman öncesine kadar FETÖ tarafından yapılan bu haksızlıkların hesabını, hakkım olarak, kuruluşundan bu yana desteklediğim AK Parti’den soruyorum. Yapılan yanlışlık ve aldanışların bir daha olmamasını da tüm kalbimle diliyorum. Umarım devletimiz, bünyesine çöreklenen bu habis yapıyı söküp atmak için başka cemaat ve yapılardan medet ummuyordur.
Birde madalyonun öteki yüzüne bakalım. Ülke gündemini bir anda değiştiren Berberoğlu, MİT tırlarının FETÖ mensubu hainlerce durdurulması olayını servis ettiği iddiasıyla 25 yıl ceza aldı. Bu noktada uzun süre üzerinde durulan konu, gazetecilik faaliyetleri ve haber yapma özgürlüğü oldu. Ancak unutulmamalıdır ki; söz konusu, ülke ve milletin istikbaliyse özgürlük dahi arka plana alınabilir. Tabi ki bu benim şahsi düşüncem.
Bilindiği üzere devletler gerektiğinde örtülü ve doğrudan operasyonlar yaparak, ülkelerinin bekalarını korumakla mükelleftirler. Bu zaman zaman dış politika yapıcılarının yanlış hamleleri nedeniyle olumsuz sonuçlansa da, temel amaç, ülkenin yararıdır.
Doğrudan Başbakanlık’a bağlı MİT tarafından organize edilen ve karayolu ile Suriye’deki Türkmenlere ulaştırılması planlanan tırların, FETÖ’cü hainler tarafından durdurulması olayı gerek ulusal gerekse uluslararası basında yer aldı. Aynı bayrak altında görev yapan kolluk kuvvetlerinin birbirlerine silah çektiği, MİT mensuplarının derdest edilerek gözaltına alındığı bu olay, Türkiye’nin imajını hayli etkiledi. Bununla da kalınmayarak hiçbir dayanak olmadan, söz konusu tırların kanlı terör örgütü DEAŞ’a götürüldüğü iftirası ile AK Parti Hükümeti ve esasında ülkemiz karalanmaya çalışıldı.
Mevcut yönetimi devirmek için böylesine gözü dönen bu yapılara hizmet ettiği ifade edilen Can Dündar ve Enis Berberoğlu gibi isimler ise vatana ihanet suçuyla yargılandı. Yargılanmalı da. Her kim ki bu ülkenin ekmeğini yiyip, hainlik ediyorsa, merhamet gösterilmemeli. Ancak Ergenekon-Balyoz ya da 3 Temmuz süreçlerinde düşülen hatalara düşmeden. Zalim de olsa, hain de olsa, adaleti elden bırakmadan gerekenler yapılmalı.
Bu hem dinimizin hem de bin yıllık devlet geleneğimizin gereğidir. Hz. Ömer’in dediği gibi ‘‘Adalet mülkün temelidir.’’ Allah’ın (cc) isimlerinden olan Hakk, işte bu nedenle bu denli önemlidir. Şüphesiz ki Allah’ın adaleti, zamanı geldiğinde yerini bulur. Ancak gönül isterdi ki dünyevi adalette bu kadar atalet olmasaydı. Kılıçdaroğlu, keşke Baykal’a kaset kumpası kurulduğunda, bu yürüyüşü yapsaydı. Keşke Baykal, okyanus ötesinin samimiyetine inanmak yerine biraz daha cesur olsaydı. Keşke Erdoğan, Ergenekon davalarının savcısı olmak yerine, gerçek adaletin peşinde olsaydı. Keşke Bakunin’in o meşhur sözü, günümüzde geçerliliğini çoktan yitirmiş olsaydı.
Selametle…
Yurtta birkaç can olmaz
Birden çok vicdan olmaz
Ortaklı canan olmaz
La ilahe illallah.
Ziya Gökalp
1989 yılı Diyarbakır’da doğan Mert Mahir GÖZ ilk ve orta öğretimini (2006) Diyarbakır’da tamamlamıştır. Yüksek öğretimine Uludağ Üniversitesi’nde (2007) başlayan GÖZ, buradaki eğitimini yarıda bırakıp Ankara Ufuk Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası Bölümü’nü burslu kazanmıştır. 2013 yılında Ufuk Üniversitesi’nden dereceyle mezun olan GÖZ, yine aynı üniversitede çift anadal programı (ÇAP) kapsamında Uluslararası Ticaret bölümünü bitirmiştir. Lisans eğitimini tamamladıktan sonra Hasan Kalyoncu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda master yapan GÖZ, şuan İnönü Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi alanında doktora çalışmalarını sürdürmektedir. Politik tarih, siyasal sistemler ve uluslararası ilişkiler konularında birçok makalesi olan GÖZ, aynı zamanda Özgür Haber gazetesinde yazılarını kaleme almaktadır. Ayrıca GÖZ, kurucusu olduğu GOZMER (Güncel Ortadoğu Zabıtları Merkezi) çatısı altında ülke ve Ortadoğu’daki gelişmeleri değerlendirmektedir.