"Enter"a basıp içeriğe geçin

Siyasetçilerden Ne İstemeli?

Popülizmin tatlı kucağı

İktidarda olan siyasi partilerin zaman ile imtihanı neticesinde gerek kadrolarında gerekse de söylemlerinde önemli değişiklikler meydana geldiğini görürüz ve bu değişim geçmiş örneklerden de görülebileceği gibi genellikle olumsuz yönde bir değişim olur. Güce sahip olmak ve yönetmek, muhalefet olmaktan her zaman daha zordur. Böyle zamanlarda partiler kadrolarının bozulup yozlaşmaya başladığını, hedeflerden sapmaya başladığını, popülizmin tatlı kucağına yuvarlandığını fark etmez, kabul etmez ya da duruma gereken şekilde müdahale edemeyebilirler. Üzerine bir de ekonomik gidişatta bozulma başlamış, halktan ciddi bir takım homurdanmalar yükselmeye başlamış ve sonuç anketlerde de görülen düşüşlerle ciddiyet arz etmeye başlamışsa, popülizme yöneliş kaçınılmaz olur.

Popülizmi Türk Dil Kurumu “Politik durumu dramatize ederek halkın ilgisini uyandırmak amacıyla yapılan politika” şeklinde tanımlıyor. Son zamanlarda artan dramatize ve halkın ilgisini uyandırmanın bir de maliyetleri var elbette. Zaten son 3 yıldır artan miktarda açık veren bütçemizin, yanlış yapılan yatırımların, üretime yönlendirilemeyen borçlanmanın ekonomik sarsılmada ciddi bir payı var. Popülist söylemler bu açığı daha da fazla artıracak gibi görünüyor. Adayların neredeyse tümü ülke bütçesinde yaratacağı sarsılmaları düşünmeden bol kepçe dağıtıyor. “Hele bir seçim atlatılsın bakarız” deniyor gibi bir hal var. Genç nesil hatırlamayabilir ama bu seçim sonrasına bırakma hallerini ülkemiz daha evvel çok defa yaşadı ve hep neticesi uzun vadede yaşanan krizler oldu. Benim oy vereceğim lider toparlar, o ülkenin krize girmesine müsaade etmez diye düşünmeyin, eski krizler öncesi oy verenler de öyle düşünüyorlardı.

Kibir tuzağı ve beklentisyenler

Popülizm gibi tehlikeli olan ikinci ve önemli bir konu da kadro değişiklikleri ve etrafı saran menfaatçiler. Yaptığımız iş ne olursa olsun, birkaç övgü sözcüğü duyduğumuzda -ki altında yatan neden kim bilir nedir- koltuklarımız hafif kabarır ve kibrin sevimli yüzünü derinlerimizde hissediveririz. Yüksek mevki, makamlardaki kişilerde kibrin tuzağından kendini korumaya çalışma çok daha zordur. Şöyle bir gözünüzde canlandırın, etrafınızda ne söylerseniz anında yerine getirmeye hazır bir şekle programlanmış robotumsu ‘beklentisyen’ler dolu ve bunların görevleri ellerindeki yetkiye oranla bazen bir telefonla pek çok olur olmaz işi oldurmak. Bir takım işleri yoluna koymak, akışını sağlamak, sorunları örtbas etmek, edemediklerine de cevap bulmak. Bu tip insanların yakınlığı ister istemez yöneticilerin mayasına zarar verebilir ve kibir tuzağına düşürerek uzun vadede faydadan çok zarar getirir.

Liderlerin yakınında bulunması gereken kişiler lidere karar noktasında işin farklı boyutlarını söyleyebilecek, onu uyarabilecek, hatta yeri geldiğinde bu uyarısını şiddetle karşısında durmak şeklinde de sergileyebilecek kişiler olmalıdır. Akıllı bir lider de bilinçli bir şekilde etrafını uyarıcı kimselerle donatırsa başarı şansını artırır. Zira âlimlerden uzak olan, hataya yakın olur. Sadece küçük bir ses çıkarıyor gibi görünmek ya da iş işten geçtikten sonra konuşmak fayda sağlamaz. Yanlış çevre lideri zamanla, Rus çarı II. Nikolay gibi, kendisi olmasa bu dünyanın halinin nice olacağını düşünmeye sevk edebilir. Bu süreçte etrafındaki kişilere oluşan güven kayıpları, hayal kırıklıkları gibi durumlar da ister istemez hata payını artırır.

Söylem değişiklikleri

Popülizm ve kadrolardaki yozlaşma beraberinde siyasi partilerde pek çok söylem değişikliğine neden olur. Eskiden kızdıkları pek çok şeyi artık ekip olarak yapmaya başlarlar ve bu durum partinin eski dönemlerini bilen tabanında partisine karşı bir samimiyet kaybının oluşmasına sebep olur.

Ülkemizde partilerin söylem değişikliklerinin çok sayıda örneğini görmek mümkün. Şiddetle özelleştirme karşıtı olanların ekonomik krizde ilaç gibi özelleştirmelere sığındığını, gelecek düşünülmeden günü kurtarmak adına enflasyon olacağını bile bile para basıldığını, hadsiz bilinçsiz veya kasıtlı borçlanmalarla yüksek faizlerle devasa bütçe açıkları verildiğini, ödemelerini düşünmeden erken emeklilik kararları alındığını, masraflarını düşünmeden il yapma kararlarının alındığını yaşadık ve gördük. Yakın dönemde de benzer şekilde seçim barajını kaldıracağız diyenlerin işine gelmediği sürece kaldırmadığını, hatta yeri geldiğinde dolambaçlı yollarla birine farklı bir diğerine farklı uygulamalar doğurabilecek kararlara imza atabildiğini, üniversitelerde yalnızca rektörlüğü değil, dekanlığı bile seçimle yapacağız söylemi ile yola çıkıp, sonrasında idari bütün seçimlerin ortadan kaldırıldığını, gelir ve gider dengesine titizlik gösterip zor şartlardan kurtulmaya yarayan hayat kurtarıcı politikaları uygularken zamanla o günlere körleşip yönetimin bugününü kurtaracak har vurup harman savurmacı politikalara dönüldüğünü ve yine medyada yer alan yandaşlıktan şikâyet ederken oyunun kuralı böyleymiş deyip yandaş medyaları çoğaltıcı bir anlayışa kavuşulduğuna şahit oluyoruz. Benzer şekilde koltuğa yapışmayacağız, belli dönem kısıtlamaları koyacağız diyenlerin de zaman içinde değişerek, söylemlerinin kendi çıkarlarına yontulduğunu ve beka siyasetinin devreye girdiğini görüyoruz.

Yapılması gereken

Sanıyorum tarihte hiçbir siyasi partinin iktidara geldikten sonra -halkın gözüne batan göstermelik bazı küçük değişiklikler hariç- iktidar yetki ve güçlerini azaltma girişiminde bulunduğuna da şahit olunmamıştır. Hal böyle iken öncelikle anlamamız gereken, siyasetin güvensiz temelli bir zeminde oturduğunu kavramak ve hızlı bir şekilde evrensel hukukun güvenli zeminine sığınacak yapılara kavuşmak olmalı. Evrensel hukuk diyorum zira kanunlar yalnızca çoğunluk tarafından yönetildiğinde hukuk kolaylıkla güçlünün hukukuna dönüşebilir. Daha evvel başörtüsü sorununda, yakın zamanda da OHAL uygulamalarında görüldüğü gibi bazı anlamsız yorumlamalar anlamlıymış gibi uygulanabilir.

Bu noktada yapılması gereken ülke yönetiminde acil bir şekilde:

  • Hukuku devletten üstün gören,
  • Devletin sınırlarını hukuk ile çizmeyi kendisine vazife edinmiş,
  • Devletin tüm yetkilerini anayasa ile sınırlandırarak sorumluluklarını anayasa ile belirleyen,
  • Siyasetin ciddiyetini şarkılara türkülere dökmeyen,
  • Reklamlar ve hamasi söylemlerden uzak,
  • Geçmiş şahsiyetlerin arkalarına sığınmayan,
  • Ekonomimizi üreten hale getirerek dışa bağımlığını azaltacak politikalar geliştirebilen,
  • Eğitim sistemimizi ezberden kurtaracak, hayal gücü olan, düşünebilen, okumayı seven ve ahlaklı nesiller yetiştirecek planlara sahip,
  • Gelir dağılımımızı düzeltecek önerileri olan,
  • Dış politikamızı iyileştirecek,
  • Başkalarını suçlamayan,
  • Düşünce özgürlüğü, çoğulculuk, hoşgörü kavramlarının anlam ve önemini bilen, farklılığın zenginlik olduğunun bilincinde olan,
  • Herkese, her fikre karşı tarafsız, eşit mesafede duran bir devleti savunan,
  • Vatandaştan saygı bekleyen değil, vatandaşına karşı saygılı bir devlet temellendirecek,
  • Güçler ayrılığına sıkı sıkıya bağlı,
  • İstikrar için çatışmalar ve kutuplaşmadan uzak durabilen,
  • Türk, Kürt, Sağ, Sol, Alevi, Sünni her türlü ayrımdan uzak,
  • Hukukun Başkandan da üstün olduğunu bilen,

bir anlayışa taşıyacak seçimler yapmak. Siyasetçilerden beklentilerimiz ve taleplerimiz de bu yönde olmalı. Onlara güvenmediğimizi, hukuku temin ederek yetki ve güçlerini sınırlandıracaklarını vaat etmeleri gerektiğini, bizi devlet bütçesini sarsarak, günü kurtararak, başkalarını hedef göstererek kandıracaklarını sandıkları zaman daha büyük güven kaybına uğrayacaklarını onlara anlatmamız gerekir. Hızlı bir şekilde hesap verilebilirliği, sorumluluğu devreye sokan reformları hayata geçirmek lazım. Bu ülkenin eski popülist günlere dönmeye ihtiyacı yok. Somut projelerle konuşulmalı.