"Enter"a basıp içeriğe geçin

Başlayalım mı?

Yeniden yazmaya karar verdiğimde Fikir Kazanı’ndaki son yazılarımı okudum. Aradan 5 yılı aşkın bir süre geçtiğini fark ettim. Artık her türlü medya içeriği bir şekilde izlenebilen sıkıştırılmış formlara dönmek zorundaymış gibi… “Gibi” diyorum çünkü bu doğal değil yaratılmış bir durum. Gerçeklerin değil gibilerin dünyası. Hayat Instagram Reels’leri ile YouTube Short’ları arasındaki kaydırma süresine sıkıştırılmış durumda. O gün de böyleydi bu ama artık belli ki geri dönüşü olmayan bir çılgınlığa doğru gidiyor bu yol. Bir sonraki aşamada ne var? Bir sonraki aşama var mı?

Bugünün en büyük yanılgısı

Bugün artık yazmak nafileymiş gibi. Konu yazmak olunca nedense tarihi geçmiş muamelesi görüyor. Gerekçesi: okunmuyor. Evet, okunmuyor. Sanki dün okumaya doyamayan bir topluma yazı yetiştiremiyormuşuz gibi bugün okunabilir içeriğe olan talebin düşmesine mi kanacağız? İşte bu cılız bahane günümüz dünyasında bir şeye değer biçmeye dair en büyük yanılgıya işaret ediyor. “Quality is the quantity”. Yani bir şeyin miktarı onun niteliğidir/niteliğindendir. Videosu milyon izlendiyse kaliteli… Takipçi sayısı on milyonsa kaliteli… O ürün yüz bin sattıysa kaliteli… Akademisyen çok yayın yapıyorsa kaliteli… Ve dahi aklınıza gelebilecek pek çok yanılsama.

Değeri yanlış yerden kavramak

Kalitenin ne olduğunu cevaplamak zor olabilir ama ne olmadığını baştan kabul edelim. Elbette bir şeyin talep görmesi tek başına onun kalitesiz olduğunu göstermez ancak bir şeyin kaliteli olduğuna da işaret etmez. Bir şeyin değerini kavrarken nicelik en fazla hareket noktası olabilir. Hiçbir zaman varılacak yer değildir. Zamanı ve mekanı alaşağı etmeyi başardığımız bu dünyada hareket noktası ile varılacak yer ayrımını ne kadar yapabiliriz o da farklı bir tartışmanın konusu.

Sabahattin Ali yaşasaydı…

“Okunmuyor” bahanesinin anlamsız olduğunu kabul edelim. Bu ülkede hiçbir zaman hiçbir şey çok okunmadı çünkü. Okunan şeyler de çok okunsun diye yazılmadı. Çok uzunca bir süre (yakın zamana kadar) Kürk Mantolu Madonna’nın çok satanlar listelerinde yer aldığını biliyoruz. Oysa kitap ilk basıldığı 1943’ten yalnızca beş yıl sonra Sabahattin Ali henüz 41 yaşındayken öldürüldü. Ali bugün yaşasaydı muhtemelen eserinin değerinin çok satılmasıyla ilgili olmadığını söyler aksini kendine ve eserine hakaret kabul ederdi.

Tarihe not düşmek

Lisans yıllarında Habercilik dersine gittim bir anda. Sınıfta hepsi gazeteci olmak için yanıp tutuşan 9 kişiydik. Gazetecilikle ilgili aldığımız ilk dersti. Hocamız “Gazetecilik nedir?” diye sordu ve yanıtlarımızı dinledikten sonra “Gazetecilik tarihe not düşmektir” dedi. O günden bugüne yapılan başka hiçbir tanım beni tatmin etmedi. Siz hiç TikTok videosuyla bırakın tarihe, yarına not düşebileni gördünüz mü? Dolayısıyla tüm bu laf kalabalığını şunun için yaptım. “Neden yazıyorsun ya?” deyip yazmayı değersizleştirmeye çalışacak budalalıkların günümüzün baskın bitki örtüsü olduğunu bildiğimden. Kimseye bir şey anlatmak istediğim için değil, sadece anlatmak istediğimi bildiğimden.

Tezer Özlü neden yazıyordu?

Tezer Özlü “Yazı yazmak isteğinin dış dünyaya karşı bir tür savunma olduğunu daha bir algılıyorum.” diyordu bir kitabında. Benim bugüne kadar okuduğum en güzel şeylerin yazarı olan, yazmak için ülkeler değiştiren ve kendisi dışında gördüğü dünya üzerinden kendine bir yer edinmeye çalışan Tezer Özlü’nün yazma motivasyonu buydu işte. “Bazen bir şey yaşarken olaya dışardan bakıp, o olayı yazmak için yaşadığım duygusuna kapılıyorum.” da diyordu. Yaşadığını yazarak hissediyordu.

Cümle anlatmak için mi anlaşılabilmek için mi kurulur?

Ezcümle yazacağım çünkü anlatmak istediğim şeyler var. Başka hiçbir sebep yok. Anlaşılma derdim ise hiç yok. Hiçbir cümle anlaşılmak için kurulmaz. O bambaşka bir yerlere sürükler bizi. Aynı dili konuşan iki var mı? Yine Tezer Özlü “Yok” diyor. İşte burada son yazımı yazdığım 2019’dan bugüne kimisi milyona yakın okunan yüzlerce haber yaptım. İki yıl boyunca hatırı sayılır bir izleyiciye canlı olarak haber sundum. Gündem belirledim, adımlar attırdım, cevaplar verdirttim. Bir gün geldi hepsini kendi isteğimle bıraktım. Geriye yine ben kaldım. Anlatmak istediklerim ise bitmedi. Hala anlatacak şeylerim var.  Başlayalım mı?