Bazen Türkçe kavramlar ile yazıp okuduğum için kendimden nefret ediyorum. Bazen diyorum ama … Devamını ve detayını anlatacağım. Ama öncesinde geçenlerde esnaf bir büyüğüm ile yaptığımız sohbetten birkaç detay vermek istiyorum.
Kendisi ekonomik sıkıntılardan dem vurarak ülkede yaşamın ne derece zorlu olduğunu ifade etmeye çalışıyor, ben ise bütün ekonomik sıkıntıların asıl sebebinin değişmeyen bizler olduğunu ifade etmeye çalışıyorum. Bir şahsı suçlamanın kolaylığı ile bir grubun yapmadıklarını ifade etmenin zahmetsizliği hakkında diyebileceği onca kavramı diğer tüm tümcelerinden çıkarmak mümkündü. Tarihin tozlu raflarına toz olamayacak düzeyde bir sohbet ettik. Elde ettiğim izlenim şuydu pragmatist bir toplum otokrat bir lider yarattı ve şimdi onun ismini zikrederek tek kelam eleştiri de bulunamıyor. Bu bugünün sorunu mu? Elbette ki hayır. Yüz yıldır devam eden bir süreç.
Fakat son aşamada ülkemizde öyle şeyler oluyor ki, ben içimden nefret kusmadan ve ziyadesiyle kendime bile hakaret etmeden duramıyorum. Galiba artık saygısızlık ediyorum. Neden mi! Bence bizi anlamayan (aynı dili konuşmamıza rağmen) bir topluma bir şeyleri ifade etmeye çalışmak bir insanın kendine yapabileceği en büyük hakaret. Çünkü canını cebinde taşıyan bir toplumdan hiçbir medet umulmaz. Oysa dünyanın gelişmiş, ortalama zekasına sahip bütün ülkelerde değer üzerine sistemler inşa edilir. Ve herkesin hakkı, hukuku bütün çizgileriyle bellidir.
Ne öğrencisi iyi not almak için hocasına yalvarır ne de akademisyeni torpille bir yerlere gelir. Belirli bir düzey vardır ve bu devam ettirilir, hatta daha iyi olması için daha fazla çalışmak ve mücadele etmek temel prensiptir. Oysa bizde durum tam tersidir ve en büyük şansızlığımız vasatın bile altında olmamızdır. Bu sadece son birkaç yıldaki kötü yönetim değil. Son 100 yıldır Nobel ödülünü alan bir yazarımız vardır lakin kendisi bizim için bir övünç kaynağı değil, bunun yerine bir kavga etme aracıdır.
Tespit… tespit… tespit…
Bitiriyorum. Biz kimiz, neyiz, nereden geldik nereye gideriz? Kaç yıl daha kendi çocuklarımızın kanı üzerinden ekmek yiyeceğiz. Bir gün olsun kendimize ben kötüyüm demeyecek miyiz? Gerçekten bu kadar zor mu?
Örneğin ben çok kötü futbol oynarım, bazen katlanılmaz biri olurum ki bu zaman diliminde kendimden uzaklaşmak isterim. Boş boğazlık yaptığım olur…
Geçenlerde gittiğimiz bir halı saha maçından önce sınıfın yüzde yüzüne yakını ben çok iyi/iyi futbol oynarım diye kendinden geçiyordu. Sahaya çıktıktan sonra hepsinin benden bile kötü oynadığını görünce aklıma geldi. Biz neden iyi olmadığımız, eksik veya yanlış olduğumuz bir konuda bir reklam pazarlamacı gibi ortalıkta ben bu memleketin yiğit olanıyım kafasında gezeriz. Bir konuda eksik olmak, kusurlu olmak veya hatalı olmak mümkün. Bir insanı insan yapan en büyük erdemlerden biri de bu değil mi!
Yüz yıldır sadece hovardalık ettik, yedik içtik; doyduk ve battık ama ders almadık. Şimdi ben bu yazıyı yazdığım için kendimden utanıyorum, şimdi ben kendime ve size bir şeyler yazma çabasında olduğum için kendimden utanıyorum.
Hovardaca geçmiş yaşamdan siz de utanıyor musunuz, siz de gerçekten yoruluyor musunuz? Çünkü ben çok yoruldum birilerinin kendini akıllı zannetmesinden. Hakikaten çok utandım kendimden, ailemden, arkadaşlarımdan, ülkemden ve en çok kendimden. Ben artık birbirinin sırtına basan ve birbirini kazıklama işlevini zevkle yerine getiren bir toplumdan çok utanıyorum. Ve evet çok utanıyorum ortalama zekası olmayan bizi yönetenlerden ve onların karşısında el pençe divan duranlardan. Ama benim anladığım sen kendinden utanmıyorsun be ülkem. Utanma duygusunu kaybetmiş bir toplum her şeyi yapabilir, her şeyi.
Dizi tavsiyesi “Saygı”
26.10.1998 tarihinde hayata gözlerimi açmışım.
“Hepimiz bir dünyanın ortak vatandaşlarıyız.” Bundan dolayı ırk, dil, din, memleket… Önemsiz (en azından benim için).