"Enter"a basıp içeriğe geçin

Okumuş gibi Görünmek-Paylaşmak “Suret (görünüş) nakıştır, mana ise can”

Okumuş gibi Görünmek-Paylaşmak “Suret (görünüş) nakıştır, mana ise can”

“Görselcilik” “Görselin Gölgesinde Kalan Hakikat, Okuma Kültürümüzün Derinlik Kaybı”

Bugün dijital dünyanın baş döndüren ekranlarına hapsolmuş bir toplumsal hafıza ve “görünme” arzusuyla karşı karşıyayız. Sosyal veya sosyal olmayan medya akışlarından blog sayfalarına kadar her yerde bir “temsil- görünme” yarışı sürüp giderken, medeniyetimizin kadim değerlerinden olan “ikra” emrinin asıl manasından hızla uzaklaşıyoruz.

Hazreti Mevlâna, Mesnevi’sinde “Suret (görünüş) nakıştır, mana ise can” buyurur. Oysa biz bugün canı bırakıp nakışla oyalanmaktayız. Okumak, geleneksel dünyamızda bir nefis terbiyesi ve hakikati arama yolculuğuyken; modern çağda maalesef bir kahve fincanının yanına iliştirilen, estetik bir kadrajdan yani neyi görüp neyi görmeyeceğimizi belirleyen fotoğraftan ibaret olan “görsel bir dekora” dönüşmüş durumda.

Kitapların içeriğinden, satır aralarındaki o eşsiz hikmetten ziyade, kitabın kapağının hangi filtreyle daha güzel göründüğü derdine düşmek, aslında ahlaki bir erozyonun göstergesidir. Görselcilik akımı, zihnimizin derinliklerini beslemesi gereken kitapları, egomuzu, kibrimizi, havamızı -neyin havası ise- besleyen birer vitrin malzemesi haline getirerek, bizi “okumuş gibi görünme” sığlığına mahkûm ediyor.

Bu durum, Nabi’nin “Görünürde herkes âlimdir ama bireyin kalbindeki niyet batındır.” Başka bir ifadeyle, zahir, bedenler dünyası iken, batın ruhlar dünyasıdır. Görünürde herkes arif ancak batında kimin arif olduğu belli değildir.” ikazını hatırlatıyor. Dervişin hırkasına bürünüp dertten bihaber olmak gibi, kitabın kapağına sarılıp manasından uzak kalıyoruz. Sosyal medyada paylaşmak için geziyor, yiyip içiyor, okuyup, eğleniyor, yardım ediyor. Kısacası yaptığı her şeyi sosyal medyada paylaşmak için yapıyor. Yaptığı hiçbir şeyin künhüne vakıf değil sadece fotoğrafına vâkıf.

Gerçi onca boş ve rezil paylaşımın yanında bu kitap ve kahve paylaşımı her şeye rağmen idare edilir, iyiye meyildir.

Bu görsel şovun arkasında yatan en büyük tehlike, “okumak için okumak” “sosyal medyada görünür olmak için okumak” adını verdiğimiz o modern hastalıktır.

Dijital platformlarda “Yılda 100 kitap bitirme, haftada 10 kitap bitirme” hedefleriyle birbirine meydan okuyanlar, kemiyetin keyfiyetin önüne geçtiği bir nicelik savaşının kurbanı oluyorlar. Başta da belirttim her zaman istisnalar vardır. Hakkını verenleri tebrik ederiz, hem de her daim.

 Oysa bizim geleneğimizde okumak, bir yarışı kazanmak değil, bir “hâl” ile hemhal olmaktır. Kâl ile değil hâl ile okuduğunu yaşamaktır, vesselam! Bin sayfa çevirip de tek bir kelimenin ruhuna inememek, o kitabın ahlakıyla ahlaklanamamak, aslında büyük bir vakit israfıdır.

Mevlâna’nın dediği gibi, “Senin bir saman çöpü kadar bile değer vermediğin o harf, aslında koca bir mana denizinin kıyısıdır.” O denize dalmak yerine kıyıda kumlarla oynayanlar, bitirilen kitap sayısının çokluğuyla ancak bir “yalandan oburluk” sergilerler. Mış gibi yaşarlar hayatı.

Nabi, Hayriyye isimli eserinde evladına “Bilgi odur ki, kalpte yer etsin; dilde kalıp uçup gitmesin” diye nasihat ederken, tam da bu samimiyete işaret eder. Modern birey, dijital insan ya da benim tabirimle dört duvar insanı “Tükettim, öyleyse varım, paylaştım öyleyse yaşıyorum-beğeniliyorum.” anlayışını maalesef mukaddes olan bilgiye de bulaştırmış durumdadır. Oysa gerçek bilgi, sindirilmeyi, üzerinde tefekkür edilmeyi bekler; sadece bir veri yığını gibi istiflenmeyi değil.

Eğitimcilerin ve hakiki münevverlerin bugün en çok ses yükselttiği nokta ise kitap inceleme ve eleştirel okuma becerisinin yitirilmesidir. Haklı eleştiri, yapıcı eleştiri tozlu raflarda artık. Her gün “yemek, giyim, spor, şu, bu gibi programlarda birbirine hakaret eden insanları izleyen bir nesilden ne bekleyebiliriz ki! Yemek programı değil de nasıl hakaret edilir, programına dönmüş, bir yüzeysellik, basitlik, sığlık, görgüsüzlük var ortada.

Bir kitabı sadece son sayfasına ulaşmak için okumak, o kitabın ruhuna giden kapıları kapatmak demektir. Analiz yapma, yazarın tezini sorgulama ve okunanları kendi ahlaki süzgecinden geçirme yeteneği, yerini “okudum geçtim-baktım geçtim, paylaştım geçtim” kolaycılığına bırakmıştır.

Elbette ki bu duruma birdenbire gelmedik. Kapitalist sistem, çalışma koşulları, kaybolan değerler, ahlaki çöküntü derken okuma kültürü ve onun sunduğu derinlik hafifledi, hafifledi, hafifledi ve buhar oldu gitti. Geriye sosyal medya paylaşımı kaldı, derinlik mana, tefekkür dağa kaçtı, yandı bitti kül oldu.

Bizim kültürel mirasımızda “mütalaa” kavramı, iki ruhun bir hakikat sofrasında buluşmasıdır. Şimdilerde ise kitabın üzerine iki kelamlık derinlikli bir analiz yapamayanların, sosyal medyada o kitabın görselini paylaşarak kazandıkları beğeni sayısı, hakiki irfanın önüne geçmektedir.

Eleştirel düşüncenin olmadığı bir yerde, değerler eğitimi de sadece slogandan ibaret kalır. Genç nesillere bir kitabın nasıl “estetik fotoğraflanacağını” değil, Nabi’nin deyimiyle “edebin her şeyden üstün olduğunu” ve o kitabın içindeki ahlaki pusulanın nasıl takip edileceğini öğretmek zorundayız. Zira dervişlik postu gibi, kitap da sahibi üzerinde sadece emanettir; eğer o emanetin hakkı verilmezse, kişi kütüphane taşıyan bir canlıdan öteye geçemez.

Sonuç olarak, görselcilik ve gösteriş tüketimi, manevi dünyamızın en saf kalması gereken alanını işgal etmiştir. Bir kitabın kapağına bakıp içeriğini ıskalamak, dini ve geleneksel değerlerimizin özü olan “ihlas” ilkesine aykırıdır.

“Görünmek” için değil, “olmak-pişmek-yanmak” için okumalıyız.

Mevlâna’nın “Dünle beraber gitti, cancağızım, ne varsa düne ait; şimdi yeni şeyler söylemek lazım” sözü, her okumada yeniden doğmayı müjdeler.

Eğer bir kitap bizi daha dürüst, daha merhametli ve daha adil bir insan yapmıyorsa, sadece profilimizi süsleyen bir imge, işaret, reklam, fotoğraf olarak kalıyorsa, orada büyük bir “mana kıtlığı” var demektir.

Kitabı nesneleştirip kendimizi özne olmaktan çıkardığımız bu süreçten kurtulmanın yolu, tekrar o kadim “tefekkür” iklimine dönmektir.

Okuma eylemini bir sosyal statü aracı olmaktan çıkarıp, tekrar bir iç yolculuk haline getirmeliyiz.

Unutmamalıyız ki; kütüphanelerdeki kitapların sayısı değil, o kitapların bizim kalbimizde ve ahlakımızda bıraktığı izler asıl zenginliğimizdir.

Görselin sahte şovundan, kelimenin asil derinliğine rücu etmek, bugün modern insanın en büyük ahlaki sorumluluğudur, diyerek bir önemli konuya değinmeye gayret ettik.

Niyetimiz, bir yaprağın, böceğin, muhabbetin ardındaki derinliği bir nebze olsun gösterişten gönüllere aktarmaktır, vesselam!