Okul sokaklarında, koridorlarında esen rüzgârın sesi değişti, ağaçların rengi canlandı. Uzun bir sessizliğin ardından, okul bahçeleri ve koridorları yeniden çocuk sesleriyle dolup taşmaya başladı, başlayacak.
Kapıları sonuna kadar açılan okullar, sadece birer bina değil, umutların, hayallerin ve bitmek bilmeyen merakın yeşerdiği bereketli mekanlardır aslında. Her eylül, sadece yeni bir mevsimin değil, taptaze bir başlangıcın da müjdecisidir. O cıvıl cıvıl koridorlarda koşan minik ayaklardan, ağır ağır, düşünceli adımlarla yürüyen gençlere kadar hepimiz, yeni bir eğitim öğretim döneminin eşiğindeyiz.
Türkiye’de bu eylül, her zamankinden biraz daha farklı olabilir. Millî Eğitim Bakanlığı, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adını verdiği yeni müfredatla, eğitim nehrinin yatağını değiştiriyor. Aslında nehir yatağını buluyor, desek de olur. Bu yeni model, ezberci bir yaklaşımdan çok, beceri odaklı, sadeleştirilmiş ve derinlemesine öğrenmeyi hedefleyen bir felsefeyi, içeriği benimsiyor.
Okumaya, yazmaya, dinlemeye ve konuşmaya daha fazla vurgu yapılıyor. Matematiksel düşünme, problem çözme becerileri ön plana çıkarken, değerler eğitimi de müfredatın kalbine yerleştiriliyor.
Değerler, ah şu değerler yok mu?
Kaybettiğimiz değerleri yeniden inşa etmek için neleri vermeyiz ki?
Hepimizin her fırsatta dile getirdiği; “Biz eskiden…” diye başlayan cümleler ve peşine dizilen değerler.
İşte o değerleri öyle ya da böyle toplumun her kesiminde yeniden yaşatmalıyız.
Yaşatmak için Ferhat misali dağları delmeye niyetlenen gençler yetiştirmeliyiz. Çanakkale savaşının seyrini değiştiren o top mermisini kaldırabilecek inanç inşa etmeliyiz.
Kimileri için bu, yepyeni bir ufuk, kimileri içinse temkinli bir bekleyiş. Tıpkı bir tarlayı yeniden sürmek gibi… Yeni tohumlar atılırken, verim almak için sabır, emek ve doğru yöntemler gerekiyor. Bu yüzden, bu değişimin etkileri hemen değil, zaman içinde kendisini gösterecek. Nasıl ki yeni doğan bir canlıya belirli bir zaman dilimi veriyorsak, yeni müfredatın da şekillenmesi için belirli bir zamana ihtiyaç vardır.
Bakanlığın ilk hafta uygulamaları, bu büyük değişimi yumuşak bir geçişle başlatma gayretinde. Özellikle birinci sınıf öğrencileri için uygulanan “uyum haftası” artık daha da anlamlı. Bu bir haftalık süreç, öğrencilerin sadece okulu değil, sınıf arkadaşlarını ve en önemlisi öğretmenlerini tanımaları için bir fırsat sunuyor.
Dünyanın pek çok yerinde de benzer uygulamalar görüyoruz. Japonya’da okullar nisan ayında açılır ve ilk haftalar daha çok “sınıfın ruhunu oluşturmaya” odaklanılır. Öğrenciler, birbirleriyle ve öğretmenleriyle bağ kurmaya teşvik edilir. Finlandiya’da ise ilk hafta, sadece ders programlarını anlamakla kalmaz, aynı zamanda öğretmen-öğrenci arasında güçlü bir güven ilişkisinin temelleri atılır.
Zira eğitim, kuru bilgilerin aktarımı değil, kalpten kalbe kurulan bir köprüdür. Yani önce wifi şifreleri gibi öğrenci, öğretmen, veli, idare arasında frekans ayarı kurulmuş ve işler hale gelmeli.
Bizde de bu ilk hafta, sadece bir başlangıç değil, bir nevi “tanışma, kaynaşma, kabullenme” zamanı. Öğretmenler, öğrencilere sadece ders konularını değil, hayatı sevmeyi de aşılamalı. Veliler, çocuklarını kapıdan “Haydi bakalım, doğru okula!” diye göndermek yerine, onlarla konuşmalı, okuldaki ilk gün deneyimlerini merak etmeli. Unutmayalım ki, okul sadece öğrencinin değil, ailenin de yaşam alanıdır.
Yeni bir döneme girerken, hepimizin üzerindeki yük biraz ağır. Bu yükü hafifletmek ve bu süreci daha verimli kılmak için birkaç samimi tavsiyem var. İlk tavsiye öğrencilerimize olsun.
“Gideceğiniz okul, elinizdeki yeni ders kitapları, yeni öğretmenler sadece bir değişimden ibaret değil; onlar, yepyeni dünyaların kapılarını aralayan etkili anahtarlar. Derslerinizde zorlandığınızda pes etmek yerine, bu etkili anahtarları düşünün.
Unutmayın, en büyük bilim insanları da en zor problemleri çözerek tarihe adlarını yazdırdılar. Öyle durup dururken olmadı yani. Okul sadece notlardan ibaret değil. Arkadaşlık kurun, merak edin, soru sorun. Her bir soru, sizi ileriye taşıyan bir basamaktır. Nobel ödüllü yazar Albert Camus’un dediği gibi:
“Gerçek cömertlik, geleceği şimdiki zamanda her şeye rağmen vermektir.”
Siz de kendinize ve geleceğinize bugün yatırım yapın.
Velilerimiz için de şöyle diyebiliriz: “Çocuklarınızın en büyük destekçisi sizsiniz. Onların notlarından çok, ruh hallerini, duygularını ve kaygılarını anlamaya çalışın, çalışalım. Onlarla oturup konuşun, günlerinin nasıl geçtiğini sadece bir soru gibi değil, bir merakla sorun. Ders çalışırken, onların yanında olmanız, sessiz bir destek bile olsa, paha biçilmezdir.
Unutmayın, baskı ve kaygı, başarıyı değil, sadece korkuyu besler. “Çocuğun aklı değil, kalbi önemlidir” diyen bir söz, bizim için en değerli rehber olmalı. Yeni müfredatın getirdiği “aile okulu” gibi programlara katılarak siz de bu sürecin bir parçası olun. Unutmayın, sizler de birer öğrencisiniz, hepimiz öğrenciyiz şu hayatta.
Meslektaşlarıma da “Sizler, birer bahçıvansınız.” diyelim ilk olarak. Her öğrenci, farklı bir toprakta yetişen, farklı bir ilgiye, sevgiye ve suya ihtiyaç duyan bir çiçektir. Yeni müfredatın getirdiği değişimler, belki başta hepimiz için zorlayıcı gelebilir. İnsan alışmadığı, bilmediği durumlar karşısında başlangıç olarak sıkıntı yaşayabilir.
Ezberden uzak, beceri odaklı bir yaklaşım, biz eğitimcilerden daha fazla emek ve hayal isteyecektir. Ancak unutmayın, en kıymetli hazine, bir öğrencinin gözlerinde parlayan “anladım” ışıltısıdır.
Zaten tüm derdimiz bu değil mi?
“Sınıfınızı bir laboratuvara dönüştürün; deneylerin, tartışmaların ve farklı düşüncelerin yeşerdiği bir yer olsun.” gibi cümleleri sık sık duyarız. En azından bir niyet edelim, dertlenelim, gayret edelim falan filan yani.
Her bir öğrenciye özel ilgi göstererek, onlara “Ben farklıyım ve bu değerli” hissini verin. Ancak şımartmadan, abartmadan bunu yapın, yapalım.
Ünlü eğitimci John Dewey’nin de dediği gibi:
“Eğitim, hayata hazırlık değil, hayatın ta kendisidir.”
Bu yeni dönemde, siz de kendinize iyi bakın. Mesleğimiz sadece bir iş değil, bir sanattır. Sanatçılar, eserlerini oluşturabilmek için ruhlarını beslemeye ihtiyaç duyar. Birbirimizi olumlu anlamda besleyelim, destek verelim, omuz verelim. Sanatçının da sorunları yok değil elbet!
“Eğitim” kavramı hayat denilen kara parçasında bir nehir gibi öylece akıp gidiyor. Bazen yavaş, bazen hızlı; bazen duruluyor, bazen coşuyor. Önemli olan, bu akıntının içinde kaybolmamak değil, onunla akmayı öğrenmek. Akmak, canlı olmak, bir canlıya hayat vermek değil mi zaten?
Yeni müfredat da ilk hafta uygulamaları da bu nehrin yatağını daha verimli hale getirme çabasından başka bir şey değil.
Bu yolda hepimiz, el ele, omuz omuza yürümeli, birbirimize destek olmalıyız. Çünkü eğitim, sadece okulda değil, hayatın her anında devam eden bir yolculuktur.
Yolunuz açık olsun, yeni eğitim dönemi hepimize hayırlı olsun.
Yol da nehir de uzun. İkisini de değerlendirelim.
Varı öğretmenler odasına,
“Hayırlı olsun, parlak gözler, mutlu yüzler çok olsun!” falan deyin.

Yazmayı seven biri. Okumak yazmayı; yazmak okumayı geliştirir. Yazdıkça ve okudukça dünyanın daha da iyi olacağına inanan birisi. Ayrıntıların önemli olduğunu fark etmeye gayret eden birisi. Güller diyarının bir kazasında dünyaya gelen yazarımız evli ve iki çocuk babasıdır. Öğretmenlik hayatına devam etmektedir. Eğitime, teknoljiye, kitaba, okumaya, okutmaya ve hayata dair yazılar kaleme alma gayretindedir.