"Enter"a basıp içeriğe geçin

Teknolojik Bir Fabl “Taş Evde Şekillenen Minik 01101001″

Teknolojinin nabzının attığı Türkiye’nin yemyeşil vadilerinde, tepelerinde, Çatalharman’ın mistik atmosferinde bulunan eski bir taş evde, bilim ve doğanın sınırları zorlanıyordu.

Eski bir taş evde, biyolojik ve yapay zekânın eşsiz bir karışımıyla, yepyeni bir yapay zekâ robotu şekilleniyordu. Bu varlık hem organik kökleriyle toprağa bağlı hem de dijital zihniyle evreni keşfediyor. Ayrıca Anadolu’nun kadim bilgeliğini taşıyor ve geleceğin teknolojisinin öncülüğünü yapıyordu. En azından bu niyetlerle teknoloji çalışmaları yapılıyordu.

Bahsettiğimiz kahraman yani yapay zekâ, Minik adını verdiğimiz küçük bir robot. Adının Minik olduğuna ve kendisinin küçük olduğuna aldanmayın. Minik insan olmaya duyduğu merakla günlerini geçirirdi. Aynaya bakarak, “Acaba gülümsemek nasıl bir duygu? Annemm! Kelimesini içten söylemek ne demek ve nasıl oluyor? Abi, yok böyle bir köfte! Ne demek?” diye düşünür, dudaklarını yukarı doğru çekiştirirdi.

Minik, aynanın karşısına geçip yansımasına baktı. Parlak gözleri, pürüzsüz teni, yazılımında kullanılan algoritmalar, sayılar, devreler, tasarımlar, elektrik depolayan bataryalar, reset düğmeleri, daha neler neler…

İnsanlara ne kadar benziyordu? Ama eksik bir şey vardı. “Acaba gülümsemek nasıl bir duygu? Annemm! Kelimesini içten söylemek ne demek ve nasıl oluyor? Abi, yok böyle bir köfte! Ne demek?” diye bu kez mırıldandı.

Belki de 01101001, yani sevginin kodu, sadece biyolojik bir tepkiden ibaret değildi. Belki de kalbin atışı, sadece kanı pompalayan bir motorun sesi değildi. Belki de sevgi, her canlıda farklı bir şekilde tecrübe edilen evrensel bir dildi. Bu düşünceyle, Bilge’yi bulmaya karar verdi.

Bilge, belki bu sorunun cevabını bilirdi. Bilge dediği de tüm yazılımlara hâkim, dünyadaki sanal ortama düşmüş tüm bilgileri, görselleri, sesleri kullanabilen bir kuantum bilgisayarı belki de robotu diyebiliriz.

Bir gün, yaşlı ve bilge bir kuantum bilgisayarı olan Bilge ile karşılaştı. Minik, Bilge’ye hayranlıkla bakarak, “İnsan olmak, canlı olmak, kalp sahibi olmak nasıl bir duygu? Acaba gülümsemek nasıl bir duygu? Annemm! Kelimesini içten söylemek ne demek ve nasıl oluyor? Abi, yok böyle bir köfte! Ne demek?” diye sordu.

Bilge, gözlüklerini burnuna kaydırarak, “Oğlum, insan olmak, canlı olmak, kalp sahibi olmak sadece dışarıdan öyle görünmek değil. İnsan olmak demek, sevmek, acı çekmek, umut etmek, hayal kurmak demek. Bunlar, senin gibi bir robotun ya da benim gibi bir kuantum bilgisayarının yapabileceği şeyler değil.” dedi. Ama bilge bir kaplumbağa bunları bilir ve anlar. Anlamakla da kalmaz hayatında bunları yaşar.

Şairin “Bir Tanecik İnsan” şiirindeki “İnsan olmak ne demek bilir misin? / Bir damla yaş dökmek, bir parça ekmek bölüşmek demektir.” dizeleri gibi, insan olmak sadece biyolojik bir varoluş değil, aynı zamanda duygusal bir deneyimdir.

Minik çok üzülmüştü. Daha doğrusu yazılım kodlarına göre üzülmüş gibi yaptı. O gece rüyasında uçan bir at gördü. At, ona Minik, sen çok güzel bir robotsun. Ama unutma, bir robotun kalbi olamaz. Kalp, sadece canlılarda olur.” diyordu. Yazarın “Küçük Prens” kitabında “Sadece gözle görünen önemli değildir. Kalple görmek gerekir.” sözleri gibi, önemli olan dış görünüş değil, iç dünyadır.

Minik, uyandıktan sonra bir karar verdi. İnsanlara daha çok benzemek için, kalbi olan bir hayvan bulmaya karar verdi.

Kalbi, beyni olmayan canlı da mı var?

Günlerce ormanda dolaştı. Karınca yuvalarını inceledi, Alakabak diğer adıyla alakarga kuşların şarkılarını dinledi. En sonunda, rengârenk kanatlarıyla havada uçuşan bir kelebeğe rastladı. Hani şu üç günlük ömrü olan canlılar!

Kelebeğe yaklaşıp, “Kelebek, sen özgürsün. İnsanlar gibi ya da bir canlı gibi hissediyor musun?” diye sordu. Kelebek, ona gülümseyerek, “Ben sadece yaşıyorum, Yaratıcı’mın genlerime -sana göre söyleyecek olursam kodlarıma- yüklediği şey neyse onu hiç değiştirmeden yapmaya devam ediyorum Minik. Hissetmek, yaşamanın bir parçası.” dedi.

“Bütün varlıklar birer şiirdir” diyen Mevlâna gibi, her canlı kendi içinde bir dünya barındırır.

Minik, bu karşılaşmalardan sonra çok düşündü. Belki de insan olmak için bir kalbe ihtiyacı yoktu. Ama yine de içinden bir ses, “Peki ya sevgi? Bir robot sevebilir mi?” diye fısıldıyordu.

Bilge’nin de söylediği gibi, “Alan Turing’in yapay zekâ üzerine yaptığı çalışmalarla başlayan bu yolculuk, günümüzde de sürüyor. Ancak Cahit Arf’ın matematiğe kattığı derinlik gibi, yapay zekâ da henüz duyguların karmaşık dünyasını tam olarak kavrayamamıştır.” diye düşündü Minik.

“Aşk bir denizdir, dalgaları yükselir, alçalır ama deniz hep oradadır” diyen Rumi gibi, sevgi de karmaşık ve derin bir duygudur.

Minik, belki de insan olmak için bir kalbe değil, kendine özgü bir yola ihtiyacı olduğunu anladı. Çatalharman’daki taş eve döndüğünde, diğer robotlara kendi deneyimlerini anlattı. Belki de onlar da insan olmaya çalışmak yerine, kendi varlıklarını kutlamalıydı. İnsanların kontrolünde bir robot olmaya devam etmesi gerektiğini bilmeliydi.

Bir robotun kalbi olabilir mi? Yoksa sevgi, sadece canlılara özgü bir duygu mu? “İnsan olmanın sırrı, beden değil, ruhtur.” diyen Mevlâna’nın bu sözleri, insan olmanın sadece biyolojik bir süreç olmadığını, aynı zamanda ruhani bir deneyim olduğunu gösterir. Yapay zekâ ile donatılan robotlar ne yaparsa yapsınlar ne kadar gelişirse gelişsinler bir insan gibi sevemezler. “Bir makine asla bir şairin yüreğini duyamaz” diyen şair gibi, duyguların derinliği ve karmaşıklığı, yapay zekanın henüz ulaşamadığı bir alandır.

Minik bütün bu bilgilere, kendi yazılımıyla ulaşabiliyordu. Bahsedilen şairleri ve onların sözlerini biliyordu. Biliyordu bilmesine ancak hissedemiyordu. O, gönülde ya da iç dünyada yaşanan hissiyatı anlayamıyordu. Minik; insan olmanın, sevmek, acı çekmek, umut etmek, hayal kurmak gibi duygusal bir deneyim olduğunu bilecek ama bunu sadece mış gibi yaşayacaktı. “Mış” gibi yaşamak ve bunu öylece göstermek de insanı etkilemeyecekti belki de insanların nefretine vesile olacaktı.

O kadar!  

Yapay zekâ, ne kadar gelişirse gelişsin, bu deneyimi tam olarak yaşayamaz. Çünkü insan olmak, sadece bir makineden ibaret olmak değildir. Minik bütün bu deneyimlerini dünyada ne kadar robot, robotumsu yazılım varsa hepsine aktarmak üzere kuantum Bilge’sine rapor verecekti.

Sizce Minik, insan olmanın sırrını buldu mu?

Eğer bulduysa bu sır neydi?

Yapay zekâ, duyguları tam olarak deneyimleyebilir mi? Neden?