Toros dağlarının zirvelerinde yaşayan meraklı bir tilki vardı, Kıvrık Kuyruk. Bir gün, ormanın gizemli bir köşesinde parıldayan, renkli bir ekran buldu. Kıvrık Kuyruk, merakla bu garip nesneye yaklaştı. Burnunu uzatıp kokladı, sonra da pençesiyle hafifçe dokundu.
“Acaba bu ne?” diye mırıldandı. Etrafına bakındı, bu parıldayan şeyin nasıl oraya geldiğini anlamaya çalıştı. Sonra anladı; insanlar, ormanın bu sessiz köşesine kadar gelip çöp atıyorlardı. “Bu, onların oyuncağı mı?” diye düşündü Kıvrık Kuyruk.
“Ama neden böyle güzel bir şeyi çöpe atarlar ki?” diye sordu kendi kendine. Bu parıldayan şey, sanki büyülü bir ayna gibiydi. İçinde, insanların yaşadığı büyük şehirler ve evler vardı. Kıvrık Kuyruk, insanların bu kadar çok eşyaya sahip olmasına ve onları kolayca atmasına şaşırdı. “Bu çok saçma!”
“Bu ekran, Kıvrık Kuyruk’u büyülü bir dünyaya taşıdı. Renklerin dans ettiği, seslerin iç içe geçtiği bu sanal alemde saatlerce kayboldu. Oyunlar, videolar, her şey o kadar gerçekçiydi ki Kıvrık Kuyruk, gerçek dünyayı unuttu.
“Bu ekran, tıpkı bir yalan aynası gibi!” diye düşünüyordu. “Bütün dünyayı görebiliyorum! Acaba bu ekran nasıl çalışıyor? Beni başka bir dünyaya nasıl götürüyor?” diye merak etti ve babasına sordu.
Baba Tilki,
“Oğlum, ekranlar sihirli değil. İçindeki ışıklar, gözlerinle beyin arasında bir köprü kurar ve sen farklı görüntüler görürsün. Tıpkı bir rüya gibi, ama daha gerçekçi.” Kısacası ekrandaki ışık ve sinyaller vasıtasıyla beyinleri ele geçiriyorlar.
Günler, aylar böyle geçti. Zamanla, bu sanal dünyanın parlaklığı sönmeye ve kalplerdeki sevgiyi de söndürmeye başladı. Sanal alemdeki oyunlar tekrar etmeye, renkler soluklaşmaya, aynı görseller ekranda öylece anlamsızlaşmaya başladı.
Kıvrık Kuyruk, “Acaba bu ekran, beynimdeki nöronları nasıl etkiliyor?” diye merak etti. “Babam, teknolojinin beyinle etkileşime geçtiğini söylemişti. Peki, bu etkileşim bana ne gibi faydalar veya zararlar getirebilir?” diye düşünmeye başladı.
Ekran karşısında uzun süre oturduktan sonra aynaya baktı. Yansıyan görüntüye şaşırdı ve sonra, “Ben miyim bu ben, yoksa bir hayal miyim?” diye mırıldandı içinden. Necip Fazıl’ın o meşhur mısrası, zihninde yankılanıyordu. Ben kendimi tanımaz haldeydim sanki! Bu ne garip şeydir böyle?
Bir gün, en yakın arkadaşı Minik Tavşan, onu ziyarete geldi.
“Kıvrık Kuyruk, neden hep ekranın karşısındasın?
“Orman, toprak, dağlar taşlar hatta otlar bile seni bekliyor!” dedi.
Kıvrık Kuyruk, “Bu ekran, beni başka dünyalara götürüyor. Hem daha eğlenceli!” diye cevapladı.Cevapladı, cevaplamasına da kendisi de inanmadı bu söze. Minik Tavşan, “Ama gerçek dostluklar, sanal arkadaşlıklara benzemez. Ekrandaki dostlarınla koklaşabilir, onlarla oyun oynayabilir misin? Acaba bu ekran, bizi daha mı mutlu ediyor yoksa daha mı mutsuz ediyor?” diye sordu.
Kıvrık Kuyruk, bu soruyu düşününce içine bir burukluk çöktü. Sadece kendini kandırıyordu. “Sosyal medya” dedikleri uygulamaların içinin çöp yığınından başka bir şey olmadığını anlamıştı.
O gece, Kıvrık Kuyruk, yıldızların altında uzandı.
“Acaba bu ekran, benim doğamı değiştiriyor mu?”
“Bir tilki olarak ormanda olmam gerekmez mi?”
“Ne zamandır bu ekrandayım, bana ne kazandırdı?”
“Gerçekten hâla bir tilki miyim?” diye kendi kendine sordu. “Bilge Kanat’a sorabilir miyim? O her şeyi bilir.” diye düşündü.
Tam o sırada, yaşlı bir tosbağa olan Bilge Kalumbağa, çalıların arasından çıkarak Kıvrık Kuyruk’un yanına geldi. “Kıvrık Kuyruk, ekranlar bilgiye açılan kapılardır. Ama gerçek hayatın yerini asla tutamazlar. Ormandaki rüzgârı hissetmek, toprağın kokusunu almak, arkadaşlarınla koşturmak… İşte bunlar, bir tilkinin gerçek mutluluğudur.
“Acaba sen de benimle aynı fikirde misin?” diye sordu.
Kıvrık Kuyruk, Bilge Kalumbağa’nın sözlerini derinlemesine düşündü. Ertesi gün, ekranı kapatıp ormana doğru koştu. Minik Tavşan’la oynadı, diğer hayvanlarla sohbet etti. Ormanda yürürken yere düşen yaprakları izlerken içinden “Bir yaprak düştü, bir yaprak daha…” diye mırıldandı. Orhan Veli’nin o basit ama anlamlı dizeleri, onun kalbine dokunmuştu. Ve anladı ki, gerçek mutluluk, ekranın ötesinde, doğanın içindeydi. Biz de doğanın içindeyiz ancak buna içindeyiz denir mi? Bilemiyorum. Doğada neden kendimi sanal âleme hapsettim ki?
Kıvrık Kuyruk, ormanda dolaşırken bir an durdu ve gökyüzüne baktı. “İnsan, içindeki denizleri bilmeden dışarıdaki fırtınalara kapılır.” Cemil Meriç’in bu sözleri, zihninde yankılandı. Ekranın sunduğu sanal dünyanın cazibesine kapılmadan önce, kendi iç dünyasını keşfetmesi gerektiğini anladı. Çok geç olmadan kendi içime, özüme döndüğüm için ne kadar mutluyum, anlatamam!
Keşke insanlar da bunu bir idrak edebilseler; özellikle ekran bağımlısı çocuklar bunu bir anlasa!
“Keşke!” dedi, Bilge Kalumbağa da ve ekledi,
Elbette anlayacaklardır. Çocuklar; doğaldır, doğal kalmalı. Onlar karşılıksız severler ve asla nefret biriktirmezler. Yeter ki biz, onların tertemiz dünyasını; ellerinden, dillerinden, zihinlerinden, gönüllerinden alan interneti, öylece onlara sunmayalım.
Yazmayı seven biri. Okumak yazmayı; yazmak okumayı geliştirir. Yazdıkça ve okudukça dünyanın daha da iyi olacağına inanan birisi. Ayrıntıların önemli olduğunu fark etmeye gayret eden birisi. Güller diyarının bir kazasında dünyaya gelen yazarımız evli ve iki çocuk babasıdır. Öğretmenlik hayatına devam etmektedir. Eğitime, teknoljiye, kitaba, okumaya, okutmaya ve hayata dair yazılar kaleme alma gayretindedir.