"Enter"a basıp içeriğe geçin

“Kürt Sorunu”

Bence, ülkemizin tek karar vericisi Sayın Erdoğan, tarafsız olmayı sevmez, her zaman bir taraftan yana, “öteki” saydıklarına karşı olmak ister. Bu yüzden de tutkuyla hem Cumhurbaşkanı hem de parti başkanı olmak istemiş ve başarmıştı.

Yani tarafsız-dokunulmaz-güçlü kimlikle yetinmemiş; bir partiye başkan olarak ‘taraf’ olduğunu ilan etmişti. Sonra da “Kuvvetler ayrılığı” ilkesini yok edip tek kişilik “Külliye Yönetimi” başlamıştı.

Cumhurbaşkanının devlet güvencesindeki “dokunulamaz-sorgulanamaz” gücü bir partinin gücüne eklenince de partiler arası demokratik yarış bitmiş, ülkemiz halkı birbirine öfkeli-kinli iki kutba bölünmüştü.

Devletin yetki ve olanaklarıyla, partisi adına yurdu karış karış gezip, meydan ve ekranlarda oy istemiş, depremin yerle bir ettiği Hatay’da: “Oy verirseniz hizmet alırsınız” bile demişti.

Artık, partisi gibi düşünmeyen tüm parti, kurum, grup ve kişiler onun için birer: “öteki” olmuştu. Onlara: “hain-terörist-düşman-çürük-sürtük.” gibi sıfatlarla sesleniyor ve onları çok ağır sözlerle aşağılıyor-yıpratıyor-incitiyordu.

Henüz 2023 şubat depreminin yaraları sarılmadı depreşip duruyor. Ve yeni depremler, yangınlar, seller oluyor ve olacak. Ülke kaynakları; kamu çıkarı, çevre sağlığı ve güvenliği düşünülmeden, plansızca ve “ticari sır” diyerek saklı sözleşmelerle yapılan yandaş adreslerine teslim ihaleler çoğaldıkça çoğaldı… Sokaklarımızda mafya kol geziyor.. Suç ve suçlular arttı adliyeler, cezaevleri yetmez oldu, yenileri yapılıyor…

Ülke halkı, iki katmanlı yoğurda benzedi: en üstte ince bir tabaka türedi zengin, altta ise; acı ve korkularıyla kimsesiz, güvensiz, huzursuz olan on milyonlarca yoksulumuz kaldı.

İçeride bunlar oluyorken, dış politikada da diplomasinin yerini güvenlikçi anlayış almış, güçlü olana: ‘evet-peki’ deniyor, güçsüz olanlara da: “Bir gece ansızın gelebiliriz!” diye tehdit ediliyordu.

Aylardır emperyalist güçlerin piyonu faşist İsrail devleti, halkının karşı çıkmasına rağmen, susturulmuş Arap coğrafyasına kanlı tuzaklar kurup bombalar yağdırıyor.

İşte bu korku iklimi ve ekonomik çöküş acı-yokluk kışı geldi-gelecek…
Halkımız 23 yılın bu ağır yükleriyle yol alıyorken dillerden düşmüyor: o nakarat: “Nerden nereye, güçlü Türkiye…”

***
Osmanlı’da 1880’de başlayan ulusalcı hareketlerle birlikte “Kürt Sorunu” da başlamıştır diyebiliriz. Bu sorun Kurtuluş Savaşı sürecinde Amasya, Erzurum ve Sivas’ta görüşülmüş ve varılan uzlaşıyla 1921 Anayasası hazırlanmıştır. Ancak 1924 yılında yapılan Anayasada hem Kürtler hem de 1921 uzlaşısı ‘yok’ sayılmıştır.

Kısaca bu sorun: Kürtlerin, devletçe engellenmiş “İnsan Haklarını” istemesidir. Bu haklar: eşit vatandaşlık, kimlik, dil, inanç, güvenlik, eğitim, kültür, yaşam tarzı, seçme, seçilme vb. yani her insanın doğumuyla hak ettiği evrensel haklardır.

Pek çok ülkenin böylesi sorunları olmuş ve ülkelerin pek çoğu çözümle sonuçlandırmıştır. Çözüm için iki yol izlenmiş ve izlenmektedir:
1. Demokratik devletlerde bu talepler; uzlaşıcı bir anlayışla karşılıklı görüşülür ve varılan uzlaşıyla çatışmasız, savaşsız olarak barışla karşılanır. Barış; bedavadır, ülkeye ve halkına hiç bedel ödetmez. Barışçı çözüm o ülke ve halkına; güvenli, huzurlu, sevgi-saygı dolu, acısız, korkusuz, sevinçli ve coşkulu bir yaşam sunar. Ve; kanlı-kirli savaşı, ölüm araçlarını, sömürüyü, silah tüccarlarını besleyen ülke kaynakları, halkın yaşamını kolaylaştırmak için kullanılırlar.
2. Otokratik devletler ise bu insani talepleri; militarist bir anlayışla yani zorla, baskıyla, sindirerek, zorunlu göçle ve yok ederek çözmeye çalışırlar.

Devletimiz bu tarihsel-sosyolojik Kürt sorununu, barış ve uzlaşı ile çözmek yerine, “beka sorunu” kabul etmiş ve bu sorunu çözme görevini de asıl görevi: vurmak, yok etmek olan “militarist” güce vermiştir.

Solcu, demokrat, ulusalcı, milliyetçi hatta Kürt olduğunu söyleyen çok büyük bir çoğunluğumuz var. Bu kişi ve gruplar; Kürtlerin demokratik isteklerini, insan hakkı değil “terör” nedeni sayar ve “ilan edilmemiş örtük savaş” tezkeresine “evet” diyenlerdir.

Bu, “evet” de “hak ihlali” için destek ve onay vermektir!

Oysa; Kürtler; barış severdir, insanlık suçu olan kanlı savaşları ve terörü her ortamda lanetlerler.

Ve sanki Yılmaz Erdoğan, Kürtlerin barışçı duygularını:
***“Ben senin beni sevebilme ihtimalini seviyorum.”***
Dizesiyle dile getirmiş gibidir.

Mademki barışın kötüsü, savaşın iyisi yokmuş.
Ve sevgi barışı, nefret ise savaşı besliyormuş.
O halde, bir “ihtimal” bile olsa yine de sevgi…

***

1 Ekim günü TBMM açılışında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, DEM Parti grubu önüne giderek partililerle tokalaşması ve sonra da Erdoğan’ın açıklamaları ülkenin gündemi değişti. (Ve “avcılar barış güvercini mi!” benzetmesi de bu yazıyı yazdırdı.) Gündemin şimdilik iki öznesi var: Erdoğan ile Bahçeli…

Sayın Bahçeli’den üç önemli cümle:
1. : “Uzattığım el, İlk Meclis’in ve Sayın Cumhurbaşkanımızın isabetli sözlerinin meşale gibi yanan aydınlığıdır… (Bu cümledeki “İlk Meclis” vurgusu çok önemlidir, çünkü o meclis 1920 Anayasasını hazırlamış ve Kürtlere bazı demokratik haklar tanımıştır.)
2. : “Öcalan çıksın, terörün bittiğini açıklasın.” (Bu cümle de çok önemlidir çünkü, Öcalan, silahlı güç PKK’nın lideri olarak muhataptır.)
3. : “Dünyada barışı isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım” (diyerek olması gerekeni itiraf etti.)

Sn. Erdoğan: “Sırf anasının dilini konuştuğu için milyonlarca vatandaşımız ötekileştirildi, ötelendi, haksızlığa ve hukuksuzluğa maruz bırakıldı” dedi. (Bu gerçekleri açıklayan çok önemli tespittir. Fakat bu fail/failler kimdir? – Acaba 23 yıllık tek lideri olarak kendisinin hiç katkısı var mı?)

Aslında böylesi sözler kişinin; eylemlerine ayna tutup, vicdani-insani sorgulama yapması, pişmanlıklarını söylemesi yani özeleştiridir. Fakat bence, bu sözleri sınırsız yetkilerle yıllarca iktidarda bulunan kişi/kişiler söylemişse durum değişir. Eğer ortada bir toplumsal ihmal-suç varsa bu sözler onun için “günah çıkarma” sayılmalıdır.

Sonuç olarak:
Sosyal-ekonomik-politik açıdan bakıldığında Kürt sorununun; ülkemizin kilit sorunu olduğu görülür. O halde her gün iktidar olacağını söyleyen CHP, Erdal İnönü döneminde olduğu gibi bu sorunu nasıl çözeceklerini açıklamalı ve çözüm için el uzatmalıdır.

Bekleyip göreceğiz…

Emin Toprak – DOSTÇA