Bugün üçüncüsünü okuduğunuz bu serinin ilk ikisi, eğitim sistemimize bir ‘kuşbakışı’ idi.
Eğitim, yaşamın bugününü ve yarınını: geliştirir-dönüştürür-düzenler. Ve eğitimin bu işlevi yaşam oldukça kesintisiz olarak sürecektir.
Eğitim, yaşamın her an-alanında olan sınırları olmayan bir konudur.
Eğitim, herkesi ilgilendiren süreç, her birey de bu sürecin öznesidir.
Eğitimin amacı: yaşamın soru, durum, zorluklarıyla “başa” çıkmaktır.
Zorlukları olmayan hiçbir yaşam yoktur, olamaz da!
Eğitim bilim olarak, yaşamı anlamlı, zorlukları kolay kılan temel güçtür. Eğitim bazı zorluklara; sınama, deneme, düşünme, beceri, emek gücüyle çözüm bulur, bazı zorluklara da sürüp giden döngü içinde çözüm aramaya devam eder.
Bugün de konumuz eğitim!
Bu kez, örgün eğitim yuvalarımızın iklimi, ürünleri ve ürün kalitelerine bakalım istiyorum.
Yapacağım bu değerlendirmenin de nesnel olmasını istiyorum.
Fakat böyle bir değerlendirmenin verileri sadece ülkemize özel olmaz, olmamalı! Dışarıdan gözler de bize bakıp ayna tutmalı. Böylece, dünyadaki yerimiz ortaya çıkar, artı ve eksilerimiz daha görünür olur.
İşte o zaman ufkumuz açılır, daha sağlıklı değerlendirme yapar, güven içinde yol alırız.
‘OECD’: ‘Uluslararası Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma’ örgütüdür.
Kısaltılmışı: ‘PISA’ olan: ‘Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı’, 2000 yılından beri üç yılda bir yenilenen araştırmalar yapmaktadır.
Araştırmaya, başvuru yapan ülkelerden ‘tesadüfi’ yöntemle seçilen 15 yaşındaki örgün eğitim öğrencileri katılır.
Araştırmada öğrencinin; Matematik ile Fen Bilimleri okuryazarlığı, Okuma Becerileri, özgün görüşleri, öğrenme biçimi, okul ortamı ve ailesi ile ilgili veriler değerlendirir.
Böylece, öğrencinin hem akranları arasındaki yeri hem de o ülkenin dünyadaki yeri belirlenmiş olur.
Araştırma sonuçları; bir ülkenin daha iyi bir eğitim-öğretim programı hazırlaması ve ortaya çıkan olumsuzluklara çözüm bulmasına yardımcı olduğu için de çok önemlidir.
Öğrencilerimiz, ‘PISA’ araştırmalarına: 2003 yılında 41, 2006’da 57, 2009-2012’de 65, 2015’de 72, 2018’de 79 ve 2022’de ise 81 ülkedeki akranlarıyla birlikte katıldı.
Üç yıl arayla 7 kez yinelenen bu değerlendirmelerde öğrencilerimiz:
Ne yazıktır ki, 7 kez de: okuma-matematik-fen bilimleri alanında OECD ülkeleri ortalamasının altında kaldılar!
SONUÇ: 8 yıl okula gitmiş olan 15 yaşındaki çocuklarımız, henüz okuma-matematik-fen bilimlerinin birer okuryazarı olamamış!…
***
Çocuklarımız, üç yıl arayla 7 kez aynaya baktığı halde görüntüleri hep aynı kalmış: okuryazarı olamamışlar!
Peki, okuryazar olmak nedir ve ne değildir?
Okuryazarlık; okuma, dinleme, anlama, algılama, anlamlandırma, ifade etme, yorumlama, öngörüde bulunma, ilişkilendirme, veriyi başka bir alana transfer edip kullanabilme, ilişkilendirme, merak etme, soru sorma, iletişim kurma, hesaplama vb. yetilerini değiştirip geliştirmektir.
Okuryazarlık; asker mektubu okumak/yazmak, 200-300 sözcükle çocuk büyütmek/yetiştirmek, sular seller gibi ezbere şiir-dua okumak, verilen dersi gözü kapalı sözcük/satır aktarmak, çarpım tablosunu ezberlemek, ödevi velisine yaptırmak vb. değildir.
Peki bu ‘okuryazar olamama’ durumu niçin-nasıl oluştu?
Sorun, sistem kaynaklı olduğu için eğer son 20 yılımıza bakarsak, fatura şimdiki iktidara çıkar ki bu da bir haksızlık olur.
Bence, 100 yıl öncesine ayna tutmak daha objektif ve anlamlı olur:
1924 yılında ülkemize davet edilen ünlü eğitimci John Dewey’in ‘yaparak yaşayarak öğrenme’ kuramından esinlenen bir eğitim seferberliği başlar.
1929 dünya büyük bir ekonomik krizi yaşarken, bizde: Millet Mektepleri, Köy Enstitüleri, Yüksek Köy Enstitüleri açılır. Okullarda felsefe, sosyoloji, mantık, psikoloji dersleri okutulur. Sağlık, modern tarım, el sanatları, güzel sanatlar, dünya edebiyatı ile tanış olunur ve yoksulluk için çareler aranır.
Böylece, yaparak yaşayarak öğrenen, araştıran, düşünen, soru soran, yorum yapan, okur-yazar-düşünür birey sayıları hızla artmaya başlar. (Bu eğitim anlayış daha sonra az da olsa Öğretmen Okulları ile Eğitim Enstitülerine de yansımıştır).
Ancak Feodalite çok rahatsızdır! Halktan yana, kendisine karşı olan bu gidişi durdurmak ister. Bunun için dini ve hurafeleri araç yaparak, pek çok yalan ve iftira üretirler. Ve bu algılarla, 1946 dan başlayarak ülkeye çağ atlatan önder kurumlar, yıpratılır sonra da kapatılırlar.
İşte sekiz yıl okusa da okuryazar olamayan, ezberci, düşünemeyen, soru sormayan, yorum yapmayan ‘dindar nesil’ yetiştirme böyle başladı.
Ve şimdilerde sık sık: ‘Şeriat İsteriz!’ sesleri duyulur oldu!
Tabii ki, eğitim-öğretim için hem çokça konu hem de söz olacaktır.
Bakın henüz ne hanelere ne de dersliklere adım atabildik.
Acaba, veli-öğrenci-öğretmen ne yapıyor, hiç konuşmadık.
Demek ki, biraz daha yolumuz var, devam edeceğiz…
Emin Toprak – DOSTÇA
Bingöl-Kiğı- Zeynelli Köyü’nde 19/03/1950’de doğdum.
Köyümde İlkokul (1957-1962)
Erzurum Yavuz Selim İlköğretmen Ok.(1962-1968)
İstanbul Atatürk Eğim Enst. Eğitim Böl.(1973-1977)
ve Marmara Ün. PDR bölümü Lisan tamamlama…
5 yıl İlkokul Öğretmeni,
16 yıl Rehber Öğretmen,
19 yıl Eğitim Müfettişi olarak 40 yıl çalıştım.
2013 yılında emekli oldum.
Halen emekli Matematik öğretmeni eşimle birlikte İstanbul’da oturmaktayız. 2 çocuk ve 2 de torunumuz var.
https://etoprak1950.blogspot.com/
Blogumda DOSTÇA yazılar yazıyorum.