Dünya dönüyor ve karlı, yağmurlu, soğuk havalar, aylar, mevsimler zaman tüneli içinde akıp gidiyorken… Ülkemizin ekonomisi, üç haneli enflasyonun pençesine düşmüş, hazinesi, bilmem eksi kaçla dip yapmış, merhaba diyecek komşusu olmayan bir dünyada yapayalnız kalmışız.
Diplomalı, diplomasız milyonlar iş arıyor, bir işi olanlar bile yoksullaşmış, onların canı da gıda, elektrik, doğalgaz faturaları ile yanıyor. Üniversite gençleri aç, açıkta kalmış, barınak bulamıyor…
İşte tam da bugünlerde kargo çalışanı kuryeler, metal işçileri, otomotiv çalışanları, çorap üreteni gibi çokça emekçi ülkenin her yerinde direnişe geçtiler.
Hem de emekçilerin hakları için kurulan ve onların birleşik gücü olan sendikacılığın can çekiştiği, meydanların bariyerlerle çevrildiği günlerde bu direnişlerin başlaması, çok anlamlı ve çok saygıdeğerdir.
Peki, bu emekçiler ne istiyor; onlar, düne göre daha darda kaldıkları için bu sıkıntılarına son verecek insanca bir hayat istiyorlar. Bunun için de patronlarına sağladıkları kazançtan biraz daha pay almak istiyorlar. Fakat varlık içinde yaşayan bu egemenler, huyları gereği olarak hiçbir zaman kazandıklarıyla yetinmez hep: “daha, daha da fazla…” isterler.
İşte sınıf çatışması dedikleri şey tam da budur.
Fakat bir de ne itibardan tasarruf eden ne de savaşçılığına son veren bir iktidarımız var.
Barışı unutan, savaşçı anlayışla donanan bu iktidar da hiç boş durmuyor! İnsan hakları ve hukukuna baş kaldırmış… Ülke kaynaklarını eşe dosta satıp savmış… Otoparkı lüks araçlarla dolu, ihtişamlı saraylar dikmiş… Borçları torunlarımızca dolar olarak ödenecek olan; tüneller, yollar, köprüler, havalimanları, hastaneler yapmış… Ayrıca her kalkış ve inişi: 30-35 bin dolar, her sorti ve bombalaması 90-95 bin doları bulan F-16 savaş uçakları ile de dağa taşa durmadan bombalar yağdırıyor…
Kısaca; ülkemiz, halkımız ve 20 yıllık iktidarımızın kuşbakışı durumu işte böyle…
***
Tam bir ay önce (4 Ocak 2022), Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AKP Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısında bakın neler diyordu:
“Utanmadan sıkılmadan sokaklara döküleceklermiş, meydanlara döküleceklermiş, ya siz 15 Temmuz’u görmediniz mi? Nereye dökülürseniz dökülün, 15 Temmuz’da sokağa dökülenlere bu millet nasıl dersini verdiyse, siz de dökülün siz de aynı dersi alırsınız. Cumhur İttifakı olarak hepinizi önümüze katarız ve gideceğiniz yere kadar kovalarız…”
Peki, ne demek istiyor bu ayrımcı, öfke ve kin kusan sözleriyle?
Bu bir insanın, insan haklarını aramasını engellemek, etrafa korku salmak için söylenmiş bir kaos duyurusudur.
Oysa insanlar sokağa:
*Toplumsal, ekonomik, politik pek çok sorunları yüzünden, geleceği için yoğun korku ve endişe duyduklarında…
*Üreten emekçi; yoksullaşıp, kölece yaşama zorlandığında…
*Hak, hukuk, adalet, demokrasi, özgürlük yok olduğunda…
*Farklı kutsalları, değerleri, inançları olan topluluk ve bireylere saygı duyulmadığında…
*Egemenler, ülke zenginliklerini, bitmez tükenmez bir açgözlülükle sömürüp daha, daha çok istediklerinde…
İşte insanlar bu ve daha da uzayıp gidecek olan haklarına dair haklı istekleri için çıkarlar sokağa, inerler meydanlara.
Amaçları; yaşamı zorlaştıran olguların üretmiş olduğu yük ve acılara yeter dur demek, gasp edilen haklarını almak, ses verip ses almak, çoğalmak, farkındalık yaratmak, hemdertlerle buluşmak, bazen de coşku-sevinçleri paylaşmaktır.
İnsanlar, eğer eşit paylaşılırsa herkese yetecek olan bu dünyada, barış içinde insanca yaşamak için çıkarlar sokaklara…
Sokaklara çıkış nedenlerini listelediğinizde; farklı kimliklere, çocuklara, kadınlara, doğa ve hayvanlara dair çokça hikâye duyar, üzülürsünüz.
Bu insanlara saygı duymak, onlara destek vermek bir insanlık görevi, bunlara duyarsız ve tavırsız kalmak ise en büyük insanlık ayıbıdır.
Unutmadan söylemeliyim, sokağa çıkanların bazıları da:
Egemenlerin çıkarlarını korumak, asalak bir gruba çıkar sağlamak amacıyla karanlıkta çıkarlar sokağa. Bunlar, birer halk düşmanıdır. Çünkü bunlar, halkın haklarını gasp eder, darbe yapar, haksız savaşlar çıkarır ve egemenlere alan açıp, çıkar sağlarlar.
Bazı düşünme yoksunları da bu zulmün sürgit devam edeceğini sanarak, zulüm gören milyonların gücünü unutuyor ve zorbaları korumakla görevli olan militaristlerden medet umarlar.
Bunlar, egemenlere daha çok alan açıp çıkar sağlamak için kutuplaştırıp, ötekileştirerek, renklere, dillere, söze, saza, şiire, yontuya karşı duran savaş sevici korku ikliminin bir aracı olurlar. Bu iklim; kendilerinden başkasına mutluluk, zenginlik, başarıyı çok gören, bana yetsin yeter diyen, onlar için ise hep acılar, hep karanlık, hep kış isteyenlere hizmet eder.
Bu korku iklimine karşı çıkmak, bir insanlık görevi ve onurudur.
Emin Toprak – DOSTÇA
Bingöl-Kiğı- Zeynelli Köyü’nde 19/03/1950’de doğdum.
Köyümde İlkokul (1957-1962)
Erzurum Yavuz Selim İlköğretmen Ok.(1962-1968)
İstanbul Atatürk Eğim Enst. Eğitim Böl.(1973-1977)
ve Marmara Ün. PDR bölümü Lisan tamamlama…
5 yıl İlkokul Öğretmeni,
16 yıl Rehber Öğretmen,
19 yıl Eğitim Müfettişi olarak 40 yıl çalıştım.
2013 yılında emekli oldum.
Halen emekli Matematik öğretmeni eşimle birlikte İstanbul’da oturmaktayız. 2 çocuk ve 2 de torunumuz var.
https://etoprak1950.blogspot.com/
Blogumda DOSTÇA yazılar yazıyorum.