Bu yazımı, son dönemlerde çözülme noktasına gelmiş ve herkesin huzursuz ve şikayetçi olduğu aile kurumunun nereye gittiğini ve aile içi ilişkilerde meydana gelen yozlaşmaların sebeblerine değinme gereği duydum. Bugün yeterince anlaşılamasakta gelecek kuşaklara ithafen kaleme alma gereği duydum. Umarım ki faydalı olur.
Günümüz dünyasında firavunların hakim olduğu bir düzende yaşıyoruz. Bu düzenin yarattığı düzensizlik ve kaos ortamında kimsenin kendisi olmasına ve dilediği gibi yaşamasına imkan verilmiyor.
Bu çağ kimsenin kimseye güvenemeyeceği, bireyselciliğin öne çıkarıldığı bir kirli dönem haline gelmeye başladı. Bunun en büyük amacı aile yapısını yozlaştırmak ve çökertmek.
Evlerimiz ve aile yapımız beyinlerimizle birlikte ciddi bir işgal altındadır.
Evlerimiz, birer kitle imha silahına dönüşmüş kitle iletişim araçları ile sürekli bir bombamdırman altında işgal ediliyor.
Bu durum evlerimize sahip çıkmamızın büyük önem arz ettiğinin işaretidir aslında.
Ama maalesef ki çoğu insan bunu yeterince farkında değil.
Evlerimizi bu savunmasız düzende birer sığınak veya kale edinerek, tüm fonksiyonları ile kurumsallaştırmamız gerekiyor.
Evlerimizin kıblesini, gündemini, huzurunu ve ruh halini televizyon kanalları, internet ve cep telefonları belirlemektedir.
Çoğu evler eğitim yuvasına benzemiyor. Çağdaş olarak nitelendirebileceğimiz evler daha çok sinemaya, gazinoya, stadyuma, otele ve restoranlara dönüşmüş durumda.
Bu kadar işgal altında olduğunu farkında olamayan aile bireyleri; Bilgisayarda binlerce mil ötedeki insanlarla iletişim kurmasına rağmen, yanı başındakilerle sağlıklı iletişim kuramıyor.
Bununla birlikte anne ve babalar kendilerini ve çocuklarını korumaları ve yetiştirmeleri gerekirken, çocuklarını başkalarına havale ediyor ve böylece ailenin kurumsal yapısı çökmeye başlıyor.
Kurtlara teslim edilen kuzular gibi çocuğunu kimlere teslim ettiğini düşünmüyor kimse!
Çocukları cep telefonu ve oyunlar yönetiyor ve yönlendiriyor. Bunun faturasını ileriki yıllarda kendisi ile beraber toplumda yaşanılması kaçınılmaz olan travmatik ve psikolojik vakaların artışı ile daha net görmeye başlayacağız.
Evlerimizi ve o evlerde yaşayan kadın ve çocuklarımızın manevi değerlerini ihmal etmenin cezasını çekiyoruz.
Toplumun düzelmesi için işe evlerden başlamamız gerekiyor.
Toplumumuzdaki yozlaşma evlerde kendini daha iyi gösteriyor.
Öncelik olarak evleri birer otel ve lokanta halinden çıkarıp, ruhların huzurlu olabilmesi için birer eğitim ve öğretim yeri haline yeniden getirmemiz gerekiyor.
Evlerimiz ölmedenki mezarlarımız haline geldi.
Evlerde hayat bulmamız ve kendimizi yetiştirmemiz gerekirken, oralarda yatıyor ve boşa ömür tüketiyoruz.
Çocukların evde ve toplumda manevi yönde örnek alabileceği şahsiyetlere dönüşemiyoruz.
Bir çoğumuz evde başka, dışarda ve işte başka kimliklere ve şahsiyetlere bürünüyoruz.
Sistemin ve hatta cahil toplumun genel geçer kabul ederek yetiştirdiği bukalemun taklitçiliği ile renkten renge girmeyi kabul ediyoruz.
Her ortama ve kişiye başka maskeler taşıyor, insana ve şartlara hangisi uygunsa onu yüzümüze geçiriyoruz. İki yüzlü olmak yetmiyor İkiyüz yüzlü olmanın yollarını arıyoruz.
Mevki, makam, para ve dava sahibi diye geçinen kimselerin evlerinde, insanlık adına birşey yapamadığını görüyoruz.
Bu durum hangimiz için geçerli değil ki! Kendimizi ve evimizi sorgulamamız gerekiyor.
Ailede kadın ve erkek arasındaki kültürel ve manevi uçurumlar her geçen gün daha da artıyor.
Aile saadeti ve huzuru nostaljik bir ifadeye dönüşüyor ve yeni kuşaklar bu örneği büründükleri dizilerde aramaya başlıyor.
Çocuklar sanki bizim çocuklarımız değilmiş gibi yetişiyor.
Aynı evde aile olmanın önemini, babalık ve kocalık, annelik ve kadınlık rollerinin sorumluluklarını yeterince yerine getiremediğimiz için herkes bireysel takılıyor, herkes özgürce kendi heves ve hislerinin istikametinde hayatını yaşıyor.
Böylece kendisi ayrı, çocuklar farklı dünyanın insanları olmaya başlıyor. Aile bireyleri sokaktaki insanlar gibi birbirine yabancı, acılarına duyarsız ve ilgisiz hale geliyor.
Evlerimiz birer okul olduğu gibi, aynı şekilde birer huzurevi ve çocuk yuvasına da dönüşebilmelidir.
Hammadde halinde işlenmeyi bekleyen küçük çocukların, her yönden büyümesini ve gelişmesini sağlayan, onların şahsiyet sahibi birer insan olmasını ve Allah’a kulluk bilinci ile yaşadığı toplumun sağlıklı, üretken ve faydalı bir üyesi haline gelebilmesi için evlerimiz birer fabrika gibi olmalıdır.
Bir çok anne ve baba, çocuklarının bezleri, yeme içemeleri, giyim ve oyuncakları ve hatta mal biriktirerek gelecek için yaptıkları masraflar kadarını, bir o kadarınıda Allah’la olan irtibatlarına, maneviyatlarına, kalplerine ve ruhlarına önem verip harcayamadıklarından evlatları ile olan sınavlarını kaybediyorlar.
Kafa ve gönülleri aç bırakan, hastalıklı düşünce ve inançlarla doldurulmasına sebep olan ve buna izin veren aileler, toplumun bugün geldiği trajedik noktaya en büyük katkıyı sağlamaktadırlar.
Evlerde, eğitim ve öğretim ortamıyla yaşatılamayan ve canlı olarak örneklenemeyen manevi değerleri hakim kılmazsak, sokakları, işyerlerini ve toplumun düzelmesini ve değişmesini bekleyemeyiz.
Toplumu iyileştirmenin en büyük modeli ailedir.
Ailevi değerlere önem verip ayakta tutamayan kişiler, toplumunda gelişmesine ve ilerlemesine engel olmaktadırlar.Bırakın ellerinizden telefonları, zihninizi işgal eden televizyonların karşısından çekilin ve terkedin anlamsız kişisel olay ve gündemleri.
Bugünden itibaren bu konuya kendimizden ve ailemizden başlayarak daha fazla önem vermemiz, geç kalmışlığın önüne geçmek için bir adım olabilir.