Salıdan sonraki gün ne olabilir? Beynimden gelen sinyaller, karşımda beliren surat, yalnızlığın hazin bilmecesi, televizyondan kulağıma çalınan korku dolu kadın çığlıkları, telefonumun ekranındaki onlarca cevapsız arama, okunmamış yüzlerce mesaj… Ben kimim Tanrı aşkına?
Yüzümdeki korku, içimdeki korkunun bine bölünmüş hali, siz beni aklım yerindeyken görecektiniz.
Sahi benim aklım yerindeyken ben nasıldım?
Beni tanıyan bilen biri olsa, geçse karşıma dese ki:
Eyy….. Eyy….. Benim adım ne? Daha adımı bile bilmiyorum. Peki ben kendi adımı bilmez iken,
“Hey sen bulanık surat sen benim adımı biliyor musun?”
Nereden bileceksin?
Tanrı aşkına ne oluyor bana?
Biri bana neden elimde bir kadın şemsiyesi ile oturduğumu söyleyebilir mi acaba?
Yok yok vazgeçtim. Bir tek soruma cevap verilecek ise daha akıllıca bir soru bulmalıyım. Öyle bir soru sormalıyım ki, bütün dertlerime derman olsun. Size söyledim ya ben çok akıllıyım.
Siz beni çıldırmadan önce görecektiniz. Nasıl bir soru sorsam? Şöyle desem:
Ben neden iç çamaşırlarım ile apartman girişinde elimde bir kadın şemsiyesi ile oturuyorum?
Hayır olmadı bu sorunun cevabı benim kim olduğumu ortaya koyabilecek bir cevap sağlamaz bana.
Şöyle desem,
Dur bakalım, aklımda bazı kuvılcımlar oluşuyor. Ben çıldırmadan önce ayakkabı giymez miydim? Giyerdim tabi, giymiyor olsaydım ayaklarım bu kadar narin görünüyor olmazdı. Dur şöyle bir kendime bakayım. Ne kadarda güzel bir vücudum var. Yağ oranım oldukça düşük, ben kesinlikle düzenli spor yapan bir çılgın olmalıyım.
Gün aydınlanmaya başlıyor. Başım da ağrımaya başladı, insanlar birazdan işe gitmek için dışarı çıkarlar.
Evet, işe gitmek.
Benim de bir işim olmalı, ben ne iş yapıyordum, bir müzisyen olabilir miyim? Çok güzel ellerim, narin parmaklarım var, ya da bir ressam veya bir pilot muydum, yoksa bir tezgahtar mıydım? Acaba bir memur muydum? Bir aritmetikçi olsaydım ne çok yakışırdı bana, sayılarla oynardım. Rakamları havaya saçıp, tekrar dizerdim.
Beni bu halde kimse görmemeli, bir evim olmalı değil mi? Acaba evim nerede? Şu şemsiyeyi açıp kendime perde yapmalıyım. Evet böyle çok iyi oldu.
Düşünmeliyim, burada, bu halde saatlerdir oturan ben,
Ben kimim?
Başım ağrıyor. Şu parmaklıklı pencereye tırmansam acaba bir ipucu bulabilir miyim? Hayır bunu yaparken yakalanmak istemem.
“Sen de kimsin?”
“Benim baba hadi evimize gidelim?”
“Sen benim kızım mısın? Ne kadar da güzelsin.”
“Haydi baba, gir koluma. Sen neden giyinmeden çıktın? Neden annemin şemsiyesini aldın ki, yağmurda yağmıyor,
Ah be baba bir ayakkabı giyseydin bari, nasılda üşümüşsündür şimdi.
“Bir gören olmamıştır inşallah.”
“Olmadı olmadı merak etme.”
Peki baba etmem.
“Sahi kızım deminden beridir düşünüyorum, ben eskiden yani böyle olmadan önce ne iş yapıyordum?”
“Baba, sen benim kahramanımsın.
Sen harika bir aritmetikçisin. “
1986 yılında Diyarbakır’da doğan Osman Erdoğan halen Milli Eğitim Bakanlığına bağlı devlet okullarında sınıf öğretmeni olarak görev yapmaktadır. Bir süre Silvan Mezopotamya gazetesinde hikaye yazarlığı yaptıktan sonra, fikirkazani. com isimli İnternet sitesinde öykü yazmaya devam etti. An’da Anlık Hikayeler isimli ilk öykü kitabı 2018 yılında yayınlanan Osman Erdoğan Kendisini okur yazar bir öğretmen olarak tanımlıyor. Osman Erdoğan evli ve iki kız çocuğu babasıdır.
Eserleri:
An’da Anlık Hikayeler
Altı Gün