Parçalanmış hayallerimin, yıkık dökük umutlarına basmamak için dikkatlice yürüyorum parmak uçlarımda. Ama etrafımdaki hiçbir şey yatağıma on dakika önce girip kurduğum on yıllık hayallere benzemiyor ki… Mesela mutluluğunu dışarı çocuk sesleriyle duyuran bir ev yok burada, sadece, sadece kırık pencerelerinden dışarı sarkmış perdenin uçlarıyla bir ev görüyorum, sanırım kapısı da açık. Tam seçemiyorum ama hayalimdekine bir tek kapının yanındaki zilin motifi uyuyor.
Yürüyorum biraz daha, hala bulamadım o hayalimdeki arkadaşları, dostları… Yoksa haberleri mi yok? Oysa bolca tembihlemiştik yedi yıllık uşağımıza, yine unuttu herhalde. Neyse belki işleri çıkmıştır her zamanki gibi, ha onlara sormadım da ben gerçi, benim hayallerimde yer almak isteyip istemediklerini. Sanırım ondan küstüler bana, aman alırım gönüllerini. Hayallerde yer almaktan da küsülür müymüş hiç canım?
Ama hala hiç benzetemiyorum burayı hayalime, buranın mevsimi hiç ilkbahara benzemiyor mesela. Soğuk esiyor, yapraklar dökülmüş, yerler hep sararmış yaprak dolu. Nerede benim eldivenlerim, kaşmer paltom… Önemli değil gerçi hala hayallerimin sonuna güveniyorum. Sonuçta en güzel yeri oydu ve o hep en sonda çıkıyordu. Yine çıkar. Acaba ondan mı güzel geliyor bana yoksa hep sonlar? Sonunu görmem gerekiyor herhalde bir kez daha.
Sanırım bir adım daha atarsam, zifiri karanlığa yolcu olacağım ama hala yok o. Endişeleniyorum, olması lazım onun. O olmazsa ne anlamı kalır hayal kurmanın. Ne anlamı kalır beraber dolaşılan şehirlerin, ne anlamı kalır panjuruna kadar onun seçtiği o mavi evin, ne anlamı kalır nakaratların… O hiç böyle yapmazdı, hastalandı herhalde, ama hayal bu, nasıl hastalanabilir ki? Sorarım ben ona beni yalnız bırakmayı, ama sanırım uyanmam lazım artık bu kabustan, uyurken ağlamak istemiyorum çünkü.
Bazan hayalperest, bazan müşkülpesent, bazan evcil. Ama genellikle hayalleri olan sıradan bir genç. (17 Yaşımdayım)