Bismillah.
Allah (c.c.), Anadolu halkına İslam ve iman nimetini bahşetmiş ve atalarımız, İslam ve imanın kazandırdığı maddi ve manevi zenginlikleri kendi kültürümüzle mezcetmiştir. Böylece Anadolu İslam Medeniyetinin zuhur etmesini sağlamışlardır. Tabi bu medeniyet oluşurken diğer coğrafyalardaki Müslüman halkların da sahip oldukları zenginliklerden faydalanılmış ve aynı şekilde onlara fayda sağlanmıştır.
Nitekim her toplum ve her medeniyet çeşitli toplulukların ve medeniyetlerin bir araya gelmesiyle oluşur. Anadolu toplumunun ve medeniyetinin oluşumunda da Türkler, Kürtler, Çerkezler vb. diğer toplulukların dini ve kültürel özellikleri bir araya getirilerek kozmopolit bir yapı üzerinden gelişmeler sağlanmıştır.
Bu etnik yapılardan biri olarak Türkler, tarihçilerin aktardığı verilere göre Miladi 7. ve 9. Yüzyıllar arasında bireysel, 10. Yüzyılda ise topluluklar halinde İslama girmişlerdir. Anadolu kültürünü oluşturan diğer bir etnik unsur olarak Kürtler ise Halife Hz. Ömer zamanında yapılan Şam fetihleri vesilesiyle İslam ile tanışmaya başlamış ve kısa sürede topluluklar halinde İslama geçmişlerdir. Türklerin ve Kürtlerin Anadolu topraklarına yerleşmeleriyle birlikte ortak dinin yani İslamın da katkılarıyla başta bu iki etnik grup olmak üzere Anadolu’da bulunan tüm etnik unsurlar arasında dostane ilişkiler geliştirilmiş ve böylece medeniyet inşasında ortak çaba gösterilmiştir. Bu medeniyetin temel yapı taşları olarak Kur’an, Sünnet ve Öz kültür belirlenmiştir. Bu temeller üzerine binaen, İslam ile bağdaşan öz kültürün tüm unsurları, vahiy ile yoğrulmuş ve böylece Anadolu İslam Medeniyeti oluşturulmaya başlanmıştır.
Öncelikle Selçuklular, başta başkentleri Konya olmak üzere hâkim oldukları tüm coğrafyada oluşturulan bu medeniyetin ürünlerini nakış nakış işlemişlerdir. Sadece mimari yönle yetinilmemiş, aynı zamanda insanların sosyal yaşamlarına dair gelişmeler de yaşanmıştır. Toplumun birbirine kenetlenip her alanda kalkınmanın sağlanması için çeşitli esnaf ve zanaatkârlar kendi aralarında ayrı ayrı loncalar kurmuşlar ve böylece sosyo-ekonomik ve dini birlik oluşturulmuştur. Daha sonra bu teşkilatlanmalar resmi bir hüviyet kazanarak Ahilik olarak tezahür etmiştir. Sonuç olarak, bu medeniyetin sosyal ve siyasal açıdan kökleşerek gelişmesi Selçuklular döneminde ve onlar tarafından sağlanan uygun ortam sayesinde mümkün olmuştur.
Selçuklular zamanında kökleşerek gelişen Anadolu İslam Medeniyeti en kaliteli ve en lezzetli meyvelerini nitekim Osmanlılar zamanında vermeye başlamıştır. Siyasi olarak devletin sağlam yapılanmaya sahip olması ve dini açıdan da Hilafet sancağının gücüyle tüm dünyayı etkileyecek gelişmeler yaşanmıştır. Hukuki, iktisadi, ticari, siyasi ve sosyal yapılardaki kurumsallaşmalar kemal noktasına ulaşmıştır. Farklı uluslara ve dinlere mensup birçok insan yaşamasına rağmen ‘millet’ kavramı çatısı altında sosyal birlik sağlanmıştır. Hem dini hem de fenni ilimlerde tüm dünya’ya önder olacak nitelikte ilim ve bilim adamları yetişmiş ve bu şahsiyetlerin çalışmaları gelecek nesilleri aydınlatan adeta bir ışık olmuştur.
Ancak zaman geçtikçe işin üzücü tarafı da yavaş yavaş kapıyı çalmaya başlamıştır. Dini ve kültürel yapıdan yani oluşturulan medeniyetten uzaklaştıkça siyasi ve sosyal yapıda bozulmalar başlamış, bu problemleri çözmek için her ne kadar çaba gösterilse de ne bürokratlar ne de halk, bozulan bu yapıdan kurtulamamışlardır. Artık zaman onlar için çok geç olmuştur…
İki bölümden oluşan bu yazının devamı gelecek inşallah.
1997’de Mersinde doğdu. 2015 yılında İmam-Hatip Lisesinden mezun oldu. Şuan İlahiyat Fakültesinde eğitimine devam etmektedir.
Çeşitli alanlara dair okumalar yapmaktadır.