16 Ağustos 2015 ve sonrası
Türkiye ve ülkede yaşayanlar için16 Ağustos 2015, önemli bir dönüm noktası oldu. 11 il ve 45 ilçede uygulanan “Sokağa çıkma yasakları” sonrası düzenlenen operasyonlarda çatışan taraflar dışında kalan sivil halk çok büyük zararlar gördü.
Yıkılan, hasar gören veya oturulamayacak hale gelen bina/bağımsız bölüm sayısı elli binlerle ifade ediliyor. Bu binalarda yaşayan insanların eşyalarının neredeyse tamamı kullanılamayacak hale getirildi.
Tarihi değeri tartışılmaz olan Diyarbakır Sur ilçesinde 6 mahallede sokağa çıkma yasakları ve yıkımlar halâ devam ediyor.
Yıkım nedeniyle evlerinden ayrılmak zorunda kalıp kendi topraklarında sürgün yaşayan insan sayısı en az iki milyon civarında!
Bu süre içerisinde bölgede eğitim başta olmak üzere;
Özgürlük ve güvenlik hakkı,
Özel ve aile hayatına saygı hakkı,
Toplanma özgürlüğü,
Örgütlenme özgürlüğü,
Bilgi alma ve verme özgürlüğü,
Mülkiyetin korunması hakkı,
Yaşam hakkı ve vücut bütünlüğü hakkı gibi tüm anayasal haklar askıya alındı.
İşkence ve insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele yasağı uygulanmadı.
Tam ve kesin sonuçlar ortaya çıkmamasına rağmen bine yakın sivil yaşamını yitirdi ki bunlardan yüzden fazlası çocuk yaştaydı.
Bunlardan unutamadıklarımız arasında, üç aylık Miray bebek, 7 gün kaldırımda kalan Taybet ana ve bahçede oynarken vurularak ölen, sokağa çıkma yasakları yüzünden defnedilemediği için evin buzdolabında dokuz gün bekletilen Cemile Çağırga de vardı! (1-2)
Bir de Cizre’deki üç ayrı bodrum katında yaşananlar!
Öyle yaşandı ki ölümler basitleşti, yaşam basitleşti!
Sayı haline geldi! Çığlıklar duyulmamaya, gözyaşları görünmemeye, ölümler sayı dışında konuşulmamaya başladı.
Duygusuzlaştık.
İnsanlığımızda uzaklaştık.
Ve yaşamaktan, gerçek anlamda yaşamaktan koptuk/koparıldık.
Ölen/öldürülen insanların yakınlarının acı dolu, yürek yakan çığlıklarının yerini “öl de ölelim”, “ölmeye hazır mısınız?”, “şehitlik ne güzel mertebe” gibi ölümü kutsayan, özendiren, ölüm kokan yaşam düşmanı çığlıklar almaya başladı!
Ülkenin bir tarafında her şeye inat “yaşamak direnmektir” diyerek yaşam savunulurken diğer tarafta, üç yıl öncesi esen barış rüzgârlarına inat ölüm kutsal hale getirildi.
Toplum, doğu ve batı, Hıristiyan, Ermeni, Süryani ve Müslüman, sağ ve sol, Türk ve Kürt, İlerici ve gerici, Sünni ve Alevi gibi ayrımlarla bölündü, her kesim diğerine hasım ve düşman edildi!
Her acı aynıyken, her hüzün yüreği aynı şekilde burkarken, bir kesim diğerinin acısını, çığlıklarını duymadı/duymazdan geldi, gözyaşlarını silmedi, birlikte ağlamadı, gülmedi, kol kola girmedi.
Ölümü kutsayanların, şiddeti körükleyenlerin, savaştan yana olanların yegâne isteği buydu, başardılar.
12 Eylül 1980 askeri darbesinden yediği tokatın sarsıntısını otuz yedi yıldır atlatamayan solun, Az/yetersiz sayıda sokaklarda, mücadele içerisinde devam edenlerin dışındakiler, 68 ve 78 kuşağından gelen militan ve önderlerin cenaze törenlerinde buluşup, birkaç sloganla içini boşaltıp anılarını tazeledikten sonra evine döndü!
Bir de, 15 Temmuz askeri kalkışması denilen hilkat garibesi* bir darbemiz oldu!
“Allah’ın lütfu” olarak değerlendirilen bu darbe sonrası kırıntı haline gelmiş “insan hakları” da bir daha geri alınmamak kaydıyla rafa kaldırıldı.
İki yüz bine yakın insan işinden çıkarıldı, tüm hakları alınarak açlığa mahkum edildi. Yüz bine yakın insan cezaevlerine koyuldu. Onlarca gazete, dergi ve televizyon kapatıldı. Yüzlerce işletmeye el koyuldu. Anayasa rafa kaldırıldı. Yasalar uygulanamaz hale geldi.
Düğmesi olmayan cübbeler iliklendi!
Bağımsız ve tarafsız yargı mensupları başlarını öne eğdi!
Demokrasi ve özgürlük tutuklandı!
Yetmezmiş gibi, Yüksek Seçim Kurulunun yasalara aykırı davranarak ve anayasayı çiğneyerek verdiği kararlar geçen anayasa değişikliği referandumu yapıldı!
Zaten yasalara pek uyulmadığından, 2019 tarihinde yapılacak genel seçimlerle birlikte yürürlüğe girecek olan anayasa değişikliği öne alınarak, Kanun Hükmünde Kararnamelerle uygulanmaya başladı!
Neresinden bakarsak bakalım, 16 Ağustos 2015 tarihinde uygulamaya başlayan sokağa çıkma yasakları belki de sadece Kürtlere uygulandığı için önemsenmemiş olması sebebiyle, değişik olaylar bahane edilerek tüm ülkeye yayıldı.
Tarihimizde, “Önce Ermeni’yi dövdürtmeyecektik” söyleminin haklılığının bu kadar açık seçik ortaya çıktığı olmamıştı.
Oldu…
2.http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/812144/iHD_nin_iki_yillik_raporu__Guneydogu_caresiz.html
*Doğaya, şaşırtıcı derecede aykırı olma durumu
1956 Elazığ doğumluyum
1977 Diyarbakır Eğitim Enstitüsünden mezunum
Siyasi nedenlerle öğretmenlik yapmadım
1980 sonrası 6 yıl kadar Diyarbakır, Eskişehir ve Antep cezaevlerinde tutsak kaldım
İşçi emeklisiyim