İnsan ilişkilerinin güçlü olması diye bir yetkinlik var. İş dünyasında her çalışandan beklenen, bütün iş ilânlarına bir madde olarak eklenen, iç ve dış müşterileri memnun etmek için olmazsa olmaz koşul olduğu düşünülen, büyülü, süslü bir yetkinlik. Ama on yıllık iş hayatım boyunca, özellikle kurumsal şirketlerde izlediğim kadarıyla bu yetkinlik ne yazık ki insanla ilişki kurmaktan çok, monolog bir anlayışla kendini pazarlayabilme stratejisi olarak algılanıyor. Yani ne kadar iyi rol yapıp mutluluk dağıtabiliyorsanız, insan ilişkilerinizin o kadar güçlü olduğu düşünülüyor.
Aslında çalışanlar bilir; iş hayatındaki “farklı anlayış biçimleri” arasında insan ilişkileri konusu belki de en masum olanıdır. Meselâ başkalarına ait ne kadar fazla açık yakalayabilirseniz, ne kadar fazla “biliyorum“ derseniz o kadar dikkatli ve yoğun çalıştığınız anlamına gelebilir. Ya da öyle olduğunuzu zannedersiniz desek daha doğru olur, neyse…
Fakat şunu bilmeli ki çok fazla konuşup etrafınıza çok kişi toplayabiliyorsanız, bu insan ilişkilerinizin güçlü olduğu anlamına gelmez.
Espri yapabilme ve insanları güldürebilme kabiliyetiniz de insan ilişkileri konusunda başarılı olduğunuzun bir göstergesi değildir.
Menfaatleriniz doğrultusunda çok iyi cümleler kurabilme ve ikna edebilme yetkinliği, sizi iyi iş çevirebilen bir insan yapar fakat insan ilişkileriniz iyi denilemez.
Peki insan ilişkilerinin güçlü olması ne demektir?
Gayet iyi bir şekilde anlaşabildiğiniz insanların dışında, sizinle zıt meşreplere sahip tüm insanlarla/iş arkadaşlarınızla kolaylıkla iletişim kurabiliyorsanız, bir insanın sizi zorlayan her türlü davranışına rağmen ona kızmadan, anlamaya çalışabiliyorsanız, birine kızmış olsanız bile kendi penceresinden bakıldığında onun da kendince haklı olduğunu düşünebiliyor ve haklı olduğu hassasiyetlerini dikkate alarak ona yaklaşabiliyorsanız, insan ilişkileriniz son derece iyi ve güçlü demektir. Yani işin özü şudur ki ne kadar sûfî iseniz iletişim becerileriniz de o kadar iyi demektir.
Aksi halde sahip olduğunuz yetkinliğin adı güçlü insan ilişkileri değil, başarılı menfaat oyunculuğu olur.
Kimseye işini öğretecek bir hadde sahip değilim elbette ama şöyle bir fikrim var: Eğitmenlerin, psikologların, sosyologların, malzemesi insan olan her türlü iş ehlinin muhakkak Mevlânâ’yı okuması lâzım. Aksi halde yapılan işler “bence” eksik kalır, kemâlini bulmaz. Keşke bütün şirketlerin bünyesinde tasavvuf konusunda uzman olan bir kişi/grup olsa ve çalışanlara tasavvufî değerler çerçevesinde etkinlikler, eğitimler düzenlense. Tüm çalışanlar bu bakış açısı ile çalışmaya ve birbirleri ile iletişim kurmaya yönlendirilse…
Zira herkesin kendi zihinsel, bedensel ve ruhsal yapısı içinde değerlendirildiğinde son derece haklı olduğunu ve insanın mutlu olmasının bir başkasını mutlu etmeye bağlı olduğunu anlaması, “sürdürülebilir” bir bakış açısı olarak, ancak tasavvufî değerleri benimsemesi ile mümkün olur. Sadece bu iki bakış açısına sahip olmak bile insanın çalışma hayatında birçok şeyi değiştirir. Birlikte çalışma, ekip olabilme, motivasyonu ve verimliliği artırma, işlere yeni bakış açıları kazandırma gibi amaçlar doğrultusunda, şirketlerin özel ve büyük bütçeler ayırarak düzenledikleri ama -şahsî kanaatime göre- pek de faydalı olmayan birçok etkinlik yerine daha kısa yoldan, daha az zamanda, daha az maliyetle, daha fazla verimliliğin sağlandığı yeni çalışmalar yapılabilir.
Ne diyelim? İnşallah zaman içinde bu şekilde yeni bir organizasyon kültürü doğar…