İnsan ırkının içinde hiç tatmin olmayan bir boşluk vardır. Kara delik misali. Ne yaparsak yapalım doldurulamayan bir boşluk. Geldiğinde görebileceğimizden emin olamadığımız günlere dair beklentiler, endişeler… Geleceğe yüklemiş olduğumuz bu denli anlamlar, bizi içinde bulunduğumuz an’ı değersizleştirmeye itiyor. Çünkü odak noktamız hep daha sonrası! Peki ya sonra ne olacak? An’ı beklentilerle yaşayış insanlığın laneti adeta!
Doyumsuzluğumuzun nedenlerinden biri de ihtiyaçlarımızın, beklentilerimizin maddi şeyler üzerine olmasıdır. Bu durum özünde zaten tatminsizlik barındırır. Oysa ruhumuzun beslenmesi bedenimizin beslenmesinden kat kat iyidir. Peki, nasıl gerçekleştirebiliriz bunu? İşte bu evrede manevi değerler ihtiyacımız olan. Bahsettiğim değerler inanç ve buna bağlı olarak ibadet edilmesi değil. Sevgi, saygı, yardımlaşmak… Bunlara sahip olman için herhangi bir dine mensup olmana gerek yok. Kalbi ve vicdanı olan her insan bu değerlere sahiptir. Sadece kimileri bunları hayatının merkezi haline getirir ve kimileri ise olabildiğince yok sayar. Bunun sonucunda tatmin ile mutluluk arasındaki farkı görmüş oluruz.
Ruhumuzu şenlendirelim. Nasıl mı? Bir gün uyandıktan sonra o günü çevremizdeki seslere kulak vererek yaşayalım. Dünyevi isteklerimizi bir kenara bırakalım. Sokakta bir kedi mi gördük, karnını doyuralım. Durakta yaşlı insanlarla sohbet edelim, bir çocuğun başını okşayalım, ona pamuk şeker alalım. Penceremizin kenarına saksıda bir çiçek koyalım ve onu her gün sulayalım. Bunları yaptığımızda ne kadar iyi hissederiz düşünsenize! Hiç almak yok, daima vermek var. Karşılık beklemeden yapılan bu eylemler öyle mutlu edecek ki bizleri! İşte asıl yaşamak buymuş diyeceğiz.