Cumhurbaşkanımız yakın geçmişte yaptığı konuşmalardan birinde şöyle bir tespitte bulundu: “Türkiye tarihte hiç olmadığı kadar hür bir dönem yaşıyor”. Burada tarihten kastedilen Cumhuriyet tarihi olsa gerektir. AKP’nin kimi bakan ve milletvekilleri tarafından zaman zaman dile getirildiği üzere, onlara göre Cumhuriyet dönemi “80 yıllık bir esaret”ten ibaret. Cumhuriyet döneminde getirilen yasa ve uygulamalara “iki sarhoşun” yaptıkları, o dönemin onca yoksunluğu içinde gerçekleştirilen ekonomik atılımı ise “neyi yaptın, hiçbir şey yapmadın, asıl devrimi biz yaptık” şeklinde yorumlayan bir bakış bu. Bu bakışın tarihsel olgu ve gerçeklere dayalı tarafsız bir dönem değerlendirmesinden çok politik bir karşıtlık olduğu ortada. İddia ettikleri gibi o dönemde gerçekten ağır bir diktatoryal baskı uygulanmış ve bu sürdürülmüş olsa idi temsilcisi oldukları hareket hiçbir şekilde bugünlere gelemezdi herhalde.
Ülkemizin daha önce hiç olmadığı kadar “hür” olduğu tespitine gelince. Tam bir tarafsızlıkla yürütülmesi gereken kamu görevlerinde başörtüsü serbestliği getirilmesi, resmi çalışma saatlerinde Cuma namazı ayarlaması yapılması, sözü edilen “en hür dönem” tespitinde akla ilk gelen örnekler herhalde. Cumhuriyet’e, Atatürk ve İnönü başta olmak üzere Cumhuriyet kadrolarına alenen küfür edilip, zoraki çıkılan mahkemeden alelacele tahliye olunması da bu dönemin ifade hürriyeti alametlerinden olsa gerek. Geçenlerde bir mahkeme “6 yaşındaki kızların evlendirilmesinin mümkün olduğu” söylemiyle gündeme gelen ‘alim’ bir şahsın bu sözlerini “ifade özgürlüğü” sayarken, bunu eleştiren birine hakaret cezası verdi. İslamcı ve ülkücü gruplar söz konusu olduğunda sınırları alabildiğine geniş toplantı, gösteri ve protesto hürriyeti var ülkemizde. Öte yandan eşini Soma katliamında yitirmiş bir anne veya çocuğu Gezi olaylarında dövülerek katledilmiş bir baba ya da köyünde maden ocağı açılmasını istemeyen bır muhtar iseniz böyle şeylere tevessül etmemeniz ‘şiddetle’ tavsiye olunuyor.
Basında ifade hürriyeti konusunda yaşananlarsa ortada. Renginiz ne olursa olsun muktedir zihniyete muhalif bir basın yayın organı iseniz bu hür dönemde ayakta kalmanız bir mucize. Muhalif olmaktan kasıt da öyle Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlarınınki gibi gerçeklerden uzak saldırılar değil, yanlış anlaşılmasın. Eğer fazla duyulup dillendirilmesi istenmeyen konuları araştırıp haber yapıyor, yani gazetecilik mesleğinin en temel gereğini yerine getiriyorsanız, bu muhalif olarak görülmeniz, hatta farklı etiketlerle yargılanmanız için bile yeterli olabiliyor.
Bir de bilgi alma hürriyeti konusu var. Bugün Cumhurbaşkanlığı’ndan en küçük idari birime kadar hangi devlet kurumunun internet sitesine girseniz doğrudan mesaj gönderip soru sorabiliyor, bilgi talebinde bulunabiliyorsunuz. Bu güzel bir uygulama. Ne var ki dijital ortamdaki bu imkan daha çok “ne zaman emekli olabilirim, işsizim iş bulun” türünden talepleri olanlarca kullanılıyor. Öte yandan toplumun genelini, ülkemizin geleceğini ilgilendiren herhangi bir konuda bir hassasiyetinizi ifade etmek istiyorsanız durum biraz farklı. Güncel bir örnek zeytinlikler konusu.
Bu aralar ülke gündemimizin önemli maddelerinden biri zeytinlik alanların ‘endüstriyel amaçlı’ kullanıma açılması ki TBMM, daha doğrusu AKP buna izin veren bir yasayı birkaç gün önce kabul etti. Cumhuriyet Gazetesi’nden araştırmacı gazeteci Çiğdem Toker konuyla ilgili “Ak Müteahhit Cumhuriyeti” başlıklı yazısında şöyle diyor: “Rantın büyüklüğünü deneme sayısından anlayabilirsiniz. Zeytinlik alanları müteahhit şirketlere açma iştahından söz ediyorum. Düşünün ki, altı kez TBMM gündemine gelmiş, altısında da reddedilmiş. İnadın sürekliliği, yalnızca büyüklüğü değil, zeytinlik sahalardaki rant paylaşımının yüksekliği ve derinliği konusunda da fikir veriyor. … Cumhuriyet, bu ülkede en çok müteahhitlerin cumhuriyetine dönüştü artık.”
Bunun sadece zeytin üreticilerini ilgilendiren bir konu olduğunu düşünmek büyük bir yanılgı olur. Bu her yönüyle ülkemizin ekonomik ve ekolojik geleceğini ilgilendiren çok ama çok önemli bir konu. Özellikle de bir zamanlar her türlü meyve, sebze ve tahılın üretildiği, tarımda kendine yetebilen bir ülke olmakla övünürken bugün sarımsağı bile Çin’den ithal etmekte olduğumuz düşünülünce. Zeytinin ve zeytinyağı üreticiliğinin tıpkı fındık ve incir gibi ülkemiz için çok önemli bir ihracat kaynağı olduğu, daha da korunup geliştirilmesi gerektiği ise başka bir gerçek. Böyle olduğu içindir ki, sadece zeytin üreticileri değil, günümüzde pek sık kullanılan deyimle “ülkesini ve milletini seven” her duyarlı insan bu konuya dikkati çekiyor; “yapmayın, etmeyin, zeytine kıymayın efendiler” diye mesajlar yayınlıyorlar. Sadece sıradan yurttaşlar değil, gazetecisinden ekonomistine, yazarından müzisyenine ülkesine ve doğaya değer veren herkesten yükseliyor bu mesajlar. Nitekim pop müzik sanatçısı Tarkan da “Bir ülkenin en büyük nimeti, değeri onun doğasıdır. Zeytin ağaçları Anadolu’nun hazinesidir belleğidir. Rant için zeytin ağaçlarına kıymayın” mesajıyla destek verdi bu kampanyaya. Konudan sorumlu bakanın bu mesaja dair yorumu ise şöyle oldu: “Tarkan’ın zeytinlikleri mi varmış, ne yapacakmış zeytinlikleri?… Tarkan şarkılarını söylesin”
Bakanın Tarkan’a yönelik bu sözleri AKP zihniyetinin en temel çelişkisinin de bir tezahürü aslında. Yani bir yandan “biz hesabımızı millete veriririz” deyip, diğer yandan hemen hiçbir konuda açıklama ihtiyacı hissetmeyerek “herkes kendi işine baksın, biz ne yaptığımızı biliyoruz” tavrı sergilemek. Onlara soracak olursanız ortada bir çelişki falan da yok aslında. Zira hesap vermekten kastettikleri ‘millet’, AKP’ye candan bağlı, “onlar ne yapıyorsa doğrudur” deyip, ötesini sorgulamayan kesim; geri kalan bütün toplum kesimleriyse “kendi işlerine bakması gerekenler”. TÜSİAD’tan gazetecilere, mimar-mühendis odalarından hukuk barolarına, sivil toplum kuruluşlarından sendikalara kadar, demokratik-uygar bir toplumda toplumun sesi ve hatta nefesi olan ne kadar yapılanma varsa ve bunlar ne zaman herhangi bir konuda görüş belirtecek olsalar “Sen kimsin ya, sana mı soracağız, kendi işine bak” cevabını alıyorlar.
Bu temel çelişki, onları bu aralar en yetkili ağızdan da itiraf edilen diğer bir çelişkiye sürüklüyor; AKP, muhtarından meclisine her alanda mutlak bir hakimiyet sağladığı halde “sosyal ve kültürel anlamda bir türlü iktidar olamıyor”. Çünkü, diğer başka pek çok nedenin yanında, oy verenleri dışındaki hiçbir kesime dinleme-anlama-ikna amacıyla yaklaşıp, birlikte birşeyler üretme noktasından hareket etmiyor. Hareket ettikleri nokta “biz bunun memleket ve millet için doğru ve gerekli olduğunu düşünüyoruz, siz de öyle düşünüyorsanız buyrun beraber yapalım” noktası. Yani çözüm üretme ve karar aşamasında değil, zaten verilmiş bir kararın uygulama aşamasında aranıyor birliktelik; buna itiraz edip öncelikle alınan kararın gerekli olup olmadığını tartışmak isteyenler ise “memleket ve milletin iyiliğini istemeyen dış mihrakların maşası” oluveriyor bir anda.