Laikliğin salt muhafazakar düşünce yapısına karşı konumlanmış bir anayasal düzen mantığından çıkması kolay olmadı. Hemen her iktidar partisi uzunca bir müddet, önce bu sakat fikir yapısı içerisinde kendi meşruiyetini ispat etmek zorunda kaldı. Seksen küsur senelik devlet mekanizması, askeriyle ve yargısıyla sizi bu “çağdaş” konumda görene kadar kiracısından memnun olmayan ev sahibi tavrıyla her sabah günaydınsız bir şekilde kapınızı aşındırmış, üstelik medya ve toplumun “öncelikli” kesimi olan laiklerin de mobilizasyonundan geri kalmamıştı. İlginçtir, evin asıl sahibi olan halk tarafından meşruiyeti sağlanmış bir siyasi partinin, aslında kiracı hükmünde olan “atanmışlar” nezdinde meşruiyet arayışında kalması bundan birkaç sene evveline kadar Türkiye’nin ne çeşit kavram karmaşaları içerisinde günlük hayatını devam ettirdiğinin en açık göstergelerinden birisidir. 27 Nisan “e-muhtırası” bu kavram karmaşası tarihimiz açısından tam bir mihenk taşı günüdür. Zira 2007 yılının o tarihinde laik-Kemalist askeri kadrolar, kiracı olarak gördükleri iktidar partisinden memnuniyetsizliklerini “şiddete meyyal” bir üslupla zikredip, kendi istedikleri çizgiye gelmedikleri takdirde “gerekenin yapılacağını” açıkça dile getirmişti. Gerekli görüldüğünde müdahalede bulunulacak, ev boşaltılıp yerine ev sahiplerinin uygun gördüğü başka bir kiracı yerleştirilecekti. Bu da ev sahibi olarak pek tabii bir haktı. Neden olmasındı ki? Tarih, 12 Mart vakasından beri sağcısına, solcusuna, Türküne, Kürtüne, şeriatçısına, komünistine vs. karşı “olmuşlar” ile doluydu. Fakat AKP hükümeti beklenmedik bir reaksiyon gösterip “Genelkurmay Başkanı’nın Başbakan’a bağlı olduğu” temalı sert bir basın toplantısıyla Türk siyaset tarihinin belki de en büyük “sınır çizme” mukavemetini gösterdi. O basın toplantısında okunan bildiri darbeye karşı bir dik duruş olduğu kadar, kimin ev sahibi kiminse kiracı hükmünde olduğunun bir nevi “yeniden” tayini hükmüne geçti. Sonrası malum.
Bu günlerde laik kesimde yeniden beliren “ muhafazakar karşıtı laiklik” hissiyatı iç güdüsel bir psikolojik buhranı ima ediyor. Elden kaçan bürokratik hakimiyet, sosyal hayatta “öncelikli” ve “asıl” olmanın verdiği konforun kaybedilmesi, tartışılamaz ideolojik terimlerin tartışılır hale gelmesi vs. Yıllardır yalnızca “Kurucu ve Ebedi” lider vasfı etrafında konsolide olup, gene o vasıflarla kendi ideolojik yaklaşımlarına kalınca bir set çeken laikler, yitip giden ayrıcalıklarının bir daha ele geçmeyeceğinin iyiden iyiye farkına varmış gibiler. Fakat bu farkındalık bir “hazım” ortaya çıkarmıyor. Tam tersine düne kadar varlığını bile reddettikleri muhafazakarların, Kürtlerin, kendileri gibi düşünmeyen liberallerin ve daha bir çok etnik veya ideolojik yapının, birkaç yıl içinde kendileri kadar bu memleketin asli unsuru olma pozisyonuna erişmelerini hala kabullenemiyorlar. Ülkenin muhafazakarlar tarafından yönetilmesinden çok, kendileri gibi olmayanların kendileri ile aynı “hizaya gelmesine” bozuk atıyor, hayıflanıyorlar.
Türkiye’nin önündeki en büyük meselelerden birisi de karşımızdakini kendimiz üzerinden tanımlama gayreti içerisinde olmamız. Hiç değişmeyen ve değişmesi teklif dahi edilemeyecek sosyal doğruları olan laik kesimin ciddi bir “okuma” problemi var. Belirli bir tarih aralığına sıkışan ideolojilerinin kutsallığına karşılık dün kendi sosyallerinde görmek zorunda olmadıkları muhafazakarların, kendi kabuklarından çıkmalarını bir tutarsızlık olarak saymak iş bu yaklaşım hatasının en elle tutulur örneklerinden birisi . “Laikler” belki Türkiye’nin en çok kitap okuyan kesimi. Ama ne muhafazakarları ne de toplumun geri kalanını bir türlü doğru okuyamıyorlar.
Evet, muhafazakar kesimin de kendince ayak bağları çok. Kendi meşruiyetine gayrı meşru bir müdahale sezdiği vakit oy verdiği kişilerin üslubunun sertleşmesine müsaade ediyor, belki biraz da hırçınlığa göz yumuyorlar. Ama bu ortamın dağıldığı, tehdidin ortadan kalktığı anlarda, kendi içlerinden çıkan idarecilerin “öteki” ile iletişim kurabilmesini önemsiyor, hatta bunu ülkeyi yönetebilme yeteneği açısından belirgin bir özellik addediyorlar. Erdoğan’ın Yenikapı girişiminden sonra yapılan anketlerde %60’ı bulan destek oranları, AKP’nin omurgasını oluşturan mütedeyyin kesimin “iletişim kurmaya” kavgadan daha hevesli olduğunun en büyük ispatı niteliğinde.
Türkiye’nin yarınları adına en önemli ve yapıcı toplumsal klik, bizden olmayanla iletişim kurabilme yeteneğimizle doğru orantılı. Bu dirsek temasının sağlanabilmesi için ise önce sıkılı yumrukların gevşemesi gerekiyor.