Ne güzel bir dünyaydı sebep-sonuç dünyası! Eğer ortada bir olay varsa, bir öncesi olmalıydı ve bu yeni olay bir başkasına sebep olacaktı kuşkusuz. Bugün adımlarımızı doğru atarsak gelecekte iyi şeylerin olmasını da bekleyebilirdik. Fizikten sosyal bilimlere, matematikten felsefeye kadar her şeyi birbirine bağlamaya başlamıştık. Eğer toplum iyi eğitilirse hiçbir problem kalmayacaktı…
Atomun parçalanmasıyla o da parçalanıp gitti. Kaosun tam ortasında kalakaldık yine. Tam da hayata, tabiata, kendimize hükmedebileceğimizi düşünmeğe başlamışken! Şimdi yelkenlisi dairesel bir gemi gibi, her yönden rüzgâr alıp hiçbir yere gidiyoruz!
Sebep sonuç yıkıldı, eğitimli cahiller arttı cahil bilgeler türedi!
Önce atomu parçaladılar, sonra ‘’gerçeği’’ aldılar elimizden. Yıllarca okulda öğrendiğim ve pek sevdiğim, aslını, yapısını anlamak için onca çaba sarf ettiğim ‘’madde’’ sanalmış meğer. Fizik yasaları okul bitene kadar geçerliymiş demek ki. Fizik Bütünlemesine girdiğimde bunu bilseydim sınav kâğıdına not düşerdim mutlaka!
Gerçek; modern fiziğin anlattığı şeyse ‘’patates çuvalı’’ ile aramdaki farkı bana anlatabilecek bir şeylere ihtiyacım var. Kendi işini kendi gören insanlar için zor bir cümledir ‘’yardım edin, ihtiyacım var vs. ‘’. Zincirlerimi kırıp söylüyorum işte, yok mu içinizde gerçek malumata haiz bir insan evladı anlatıversin eveleyip gevelemeden, bir çırpıda…
Biri bana anlatsın isterdim ‘’dinle evlat; gerçek şudur, durum böyleyken böyle, senin varlık sebebin şudur…’’. Bu yönden, inançlı insanların ‘’şanslı’’ olduğunu düşünüyorum. Bırak kendini patates çuvalı gibi hissetmeyi ‘’kâinat senin hizmetine sunuldu’’ fikri ile yaşamak… Böyle bir inanca sahip olsam kendimi Stephan Hawking’den akıllı Süpermen’ den güçlü hissederdim sanırım.
Hawking den bahsetmişken şunu da ekleyeyim. ‘’ Felsefe artık öldü’’ dedi. Bunu söylemesi belki insanlık namına küçük, benim içinse büyük bir etkiydi. Çünkü Felsefe okumaya karar vermiş, üniversiteye kaydımı yaptırmış ve ilk final sınavlarına hazırlanıyorken biraz dinleneyim diye belgesel izlemeye karar vermiştim ve belgeselin daha ilk dakikasında ‘’felsefe artık öldü’’ cümlesini duyunca, rahmetliye (felsefe) dua mı edeyim yoksa geride kalan kendime sabır mı dileyim karar veremedim…
Hele şu Quantum yok mu kuantum. Tüm hayallerimin içine etti. Sınırlı zekâmla matematik fizik çalışırken, tam da başarmaya başlamışken çıkıverdi karşıma. Söz de hakikati bulacaktım, hem de kendi çabamla, belki insanlığa bir katkı dahi sunabilirdim, birkaç da kitap yazacaktım fizik-felsefe-matematik harmanlaması. Kuantumun sadece geleneksel fiziği değil kendi içeriğini de yanılsayabilecek bir belirsizliği kurgulamakmış, eğer yanlış anlamadıysam. Gerçi doğru anlama şansım zaten yok çünkü ‘’ eğer kuantum fiziğini anladığınızı düşünüyorsanız, muhtemelen yanlış anlamışsınızdır’’ diye bir meşhur bir söz varmış! İşte sözün bittiği yer. Kendimi ‘’primat’’ gibi hissetmeme engel olacak hiçbir güç yok artık.
Elimde bir tek müzik kaldı şimdi. Tabi ki ona da bir sürü kulp takan çıkacaktır, ses sadece bir fiziksel dalgadır, aslında ses yok beyin böyle yorumluyor vs. Ancak buna bir cevabım var: ‘’Çeneni kapa’’
Bunca belirsizliğin ortasında çırpınırken ‘’bir şey olmaya çalışmak’’ tan ‘’elimde olanı paylaş’’ maya geçişimin anlatılmasıdır yazdıklarım. Yazmaya başlarken elim klavyede aklımda bir sürü cümle kararsızlık yaşamıştım, kişisel mi yazayım, biraz daha resmi mi olsun vs. Bir anda yine gerçekle yüzleştim; İki kelimeyi bir araya getirebildim diye ‘’yazar’’ unvanı almayacağıma göre, senli benli yazmanın ne sakıncası olabilir ki?
Fotoğraf Kaynak: http://bilimdili.com/madde-enerji/kimya/insan-vucudu-hangi-elementlerden-olusur/
İnsan