"Enter"a basıp içeriğe geçin

Osmanlı Subayı

The Ottoman Lieutenant filmi bu sene vizyona giren ve tanıdık isimleri de bünyesinde bulunduran bir Amerikan filmi. Film Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşı’na girmek üzere olduğu yılları aydınlatıyor. Çekimleri ülkemizde İstanbul, Nevşehir gibi şehirlerde geçiyor. Yine ünlü aktörlerimizden Haluk Bilginer ve Selçuk Yöntem de filmin oyuncuları arasında. Başrolde Game of Thrones dizisindeki rolü Daario Naharis ile tanıyacağımız Michiel Huisman, Hera Hilmar ve Oscar ödüllü Ben Kingsley var.

Bundan sonraki bölümde film hakkında spoiler bulunmaktadır. Ama filmin konusundan öte tarihi gerçeklere dayanmayan sahneler eleştirilmiş ve doğru bilgiler aktarılmıştır.

Filmin konusuna çok az bir şekilde değinecek olursak eğer; Film Amerika’da Philadelphia eyaletinde yaşayan bir hemşire kadının (Hera Hilmar) insani yardım amacıyla Van’da açılmış olan Amerikan Hastanesi’ne gitmek istemesiyle başlıyor. 1. Dünya Savaşı’nın ortasında Ruslar, Ermeniler ve Türklerle çevrili bir bölgede kıyasıya savaş sürerken, hastanede yaşanan olayları tüm gerçekliğiyle filmde görüyoruz. Müslüman bir Osmanlı subayı İsmail’e (Michiel Huisman) aşık olan genç hemşire aynı zamanda kendisine deli gibi aşık olan ve Van’da hastane açılmasını sağlayan doktor Jude ile siyasi ve insani anlaşmazlıklardan dolayı ters düşüyor. Film aslında bu aşk üçgeninin içinde geçerken Dünya Savaşı’nın da gerçekliğini gözler önüne seriyor. Ermeni çetelerle Osmanlı ordusunun mücadelesi ve en son Rusların Van’a girmesiyle Ermenilerin Rusların yanında olması anlatılıyor.

Tarihi gerçekliği bir nebze olsun doğru bir şekilde anlatmaya çalışan filmin şimdi gerçeklerine gelelim.

Amerika’dan gelen gemi İstanbul’a iner inmez çok alelade bir şekilde anlatılan bir Kapalı Çarşı’nın yanında, iki dakikada yürüyerek gidilen Sultanahmet Camii’sinin içi güzel bir biçimde anlatılmış. Daha sonra Van’a gitmek için Nevşehir Kapadokya’dan geçiliyor ve burada gösterilen dağ Ağrı Dağı olarak anlatılıyor filmde. Oysa ki Nevşehir’den Ağrı Dağı’nı görmek imkansız. Oradaki dağ aslında Erciyes Dağı. Hadi burayı geçelim, daha sonra İslami bilgiler işin içine giriyor ve Müslüman subayımız, Hz. Nuh’un gemisinin dağı göstererek oraya yani tam Ağrı Dağı’na indiğini söylüyor. Oysa ki İslami bilgilere ve Kur’an-ı Kerim’e göre Hz. Nuh’un indiği dağ Ağrı Dağı’nın bir uzantısı olarak devam eden Cudi Dağı’dır. Bu konu ile ilgili en açık ifade ise Kur’an-ı Kerim’de ‘Sular çekildi ve gemi Cudi’de karaya oturdu’ (Hud Suresi, 11/44) ayetidir. Filmde İslami bilgilerden söz edildiği için buradaki yanlışı yazmak istedim ama tabi Tevrat’ın Yaratılış bölümünde “Gemi yedinci ayda, ayın on yedinci gününde Ararat dağlarına oturdu” ifadesi de bulunuyor.

Film bölge olarak Kapadokya ve çevresinde geçiyor ama konu Van’da işleniyor. Van Gölü’nün merkezinde olan Akdamar adası da filmde anlatılanlar arasında.

Van’da bulunan Amerikan Hastanesi’nin Ermeni çetelerine silah yardımında bulunması ve Osmanlı ordusuna karşı kışkırtması da tarihi olaylara gerçeklik katıyor. Osmanlı ordusunu zalim gibi göstermeye çalışan Amerikan Hastanesi, filmde tüm gerçekliğiyle gözler önüne seriliyor. Van bölgesinde bir köyde hasta bir çocuğun hastane tarafından evine ulaştırılması sahnesinde, köyün harap bir biçimde olduğu gözüküyor. Amerikan doktor Jude hemen halka Türk askerini göstererek “bunlar mı yaptı?” diye soruyor ama beklediği yanıtı alamıyor. Burada da Türklere karşı düşmanlık göstergesi mevcut.

Gelelim bizim aktörlerimize. Selçuk Yöntem İstanbul’daki bir Osmanlı komutanı rolünde ve ilk başta gözüküyor başka da filme katkı yapmıyor. Ama Haluk Bilginer Albay Halil rolünde Van’da bulunan Türk güçlerinin lideri konumunda. Amerikan hastanesinde geçen bir sahnede oradaki doktora söylediği sözler içimizdeki milliyetçilik ruhunu coşturuyor.

Türk askerini ve milletini dünyaya barbar ve zalim şeklinde tanıtmaya çalışan Hollywood sineması, bu filmde bizim açımızdan başarılı bir işe imza atmış gibi görünüyor. The Promise filmi gibi zalimce ve tarihten yoksun olarak gerçekdışı senaryolarla Türk askerini kötüleyen film karşısında The Ottoman Lieutenant filmi aşkı, savaşı ve gerçekliği bir nebze olsun içinde tutuyor. Türkiye’nin doğa güzelliklerini mükemmel yansıtmasıyla izlenebilecek tarihi (bir kaç yanlış dışında ki bunları yukarıda açıkladım) aşk ve dramı içinde bulunduran film izlenilesi olmuş.

Bitirişi de Albay Halil’in (Haluk Bilginer) hastanede yaptığı o güzel konuşmayla bitirelim. “Ruslar Doğu’dan yakıp yıkarak geliyor ve yakında burada olacaklar. Bakalım onlarla nasıl baş edeceksiniz Dr. Woodruff. Onlar acımasızdır. Siz Amerikalılar ve Avrupalılar buraya savaş için, yardım için ya da bir kazanç sağlamak için bile gelseniz önemsizlikten başka bir şey olmayacaksınız. Sizin ülkeniz bataklık ve ormandan oluşuyorken, kültür bizim ülkemizi yıllardır aydınlatıyordu. Ve siz Roma gibi, Yunanistan gibi tarihin karanlıklarına karıştığınızda biz hala burada olacağız…”