Bugün bilgisayarımın başında ilk kez ne yazacağımı düşünerek, not almış olduğum defterime baktım durdum. Elim bir türlü tuşlara basmadı. Ne yazsam diye düşündüm, bir babanın kızının otopsi videosunu izleyip feryadını mı yazıyım, adalet nerede haykırışını mı yazayım, siyanürle kendini zehirleyen dört kardeşi mi yazayım, geçim sıkıntısı yaşayan bir babanın ailesiyle birlikte intihara gidişini mi yazayım? Daha bugün kendini helyum gazıyla zehirleyip intihar eden Umut’u mu yazayım?
İnsan, bir kere içindeki sıkıntılarla boğuştu mu sözcükler, bir dönme dolap gibi beyninizde döner durur. Öyle ki, sözcükleri beyninizden, yüreğinizden ve dilinizden çekip beyaz sayfaya siyah sözcükleri basamaz, noktaları, virgülleri koyamazsınız.. Çünkü, sözcüklerin kendi dünyaları vardır. Ve sözcükler, yüreklerimizde, vicdanlarımızda, beyinlerimizde ve de atar damarlarımızda döner, dururlar..
Bu hafta yazmasam doğaya çıkıp birkaç fidan dikeyim dedim. Fidanlarıma da desem ki şu fidanın adı, erdem, bunun adı onur, bunun inanç…
Çevrenize şöyle bir bakın; bir bakın akıp geçen olaylara, bir bakın tanık olduğunuz ya da duyduğumuz olaylara bakın. Kimi zaman onurlu, inançlı ve erdemli insanlarla karşılaşırız. Kimi zulmün doruğunu yaşamış. Kimi zaman da yalanın belini bükmüş, sirk cambazları ile sıçrayıp durmuş insan müsvetteleri ile..
Ve hep onlar kazanmış; hep onlar günlerini gün etmiş. Para mı? Onlarda..pul mu? Onlarda.. Hep, bir elleri balda, bir elleri yağda, öyle yaşamışlar. Kaplumbağa gibi, binbir yalanın sığdığı başlarını gerekince, kalın kabuklarının içine çekerek, karanlığın içine gömülüp hiçbir şey yokmuş gibi, yılan gibi, kıvrılarak, bukalemun gibi kondukları, yerleştikleri yere göre uyarak yaşarlar.
Öyle ya duruyorum, düşünüyorum, düşünüyorum, yine düşünüyorum.. Çok yazık bize