"Enter"a basıp içeriğe geçin

OHAL’e gerek kalmadı çünkü…

15 Temmuz kanlı darbe girişiminin ardından devlet kurumlarının darbenin sorumlusu FETÖ yanlılarından temizlenmesi ve devlet sisteminin tekrar işler hale getirilmesi için ilan edilen OHAL, yaklaşık iki yıldır uzatılarak sürdürülüyor. 24 Haziran Seçimleri öncesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim sonrası bu durumun sonlandırılacağına dair mesajlar vermişti. Nitekim seçim zaferinin ardından AK Parti Grup Başkan Vekili Mustafa Elitaş da OHAL’in tekrar uzatılmayacağını söyledi. En son Nisan ayında uzatılan OHAL yeni bir karar olmazsa 19 Temmuz tarihinde sona eriyor. İktidar ortağı MHP ise terörle etkin mücadele edebilmek için OHAL’in bir süre daha uzatılması gerektiğini savunuyor ve istiyor.

Gelgelelim artık OHAL’e ihtiyaç var mı soruna. Cevap basit. Hayır. Çünkü 24 Haziran seçimleriyle beraber Türkiye’de parlamenter sistem sona erdi ve yerine başkanlık sistemi geldi. Resmi adıyla “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”. Getirilen sistemde OHAL döneminde meclisin yasama yetkisini kullanan bakanlar kurulu yerine cumhurbaşkanı var. Zaten artık bakanlar kurulu diye bir kavram da olmayacak hayatımızda. Kanun Hükmende Kararnamelerin (KHK) yerini Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi al. Daha net anlatımla artık OHAL sürekli hale geldi. KHK’ların olduğu gibi cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin de meclisten geçmesi gerekiyor. Cumhur İttifakı meclis çoğunluğunu elinde bulundurduğu için bu süreç zor olmayacaktır.

Bir diğer husus OHAL döneminde KHK’lar Anayasa Mahkemesi denetimine tabi değildi. Yeni sistemde cumhurbaşkanının kararnamelerini Anayasa Mahkemesi’ne taşınabilir. Lakin 16 Nisan’da yapılan değişikliklerle Anayasa Mahkemesi’nin değişen yapısına bakacak olursak: 15 üyenin 12’si cumhurbaşkanı tarafından atanacak. Sürecin ne kadar gerçekçi işleyeceğini belirsiz. Özetle 16 Nisan’da geçilen başkanlık sisteminin 24 Haziran seçimleriyle ülkenin ilk başkanı olan Erdoğan’ın OHAL’e gerek duyulmaksızın ve hatta onu da aşan hem yasama hem de yargıda geniş yetki ve söz sahibi olduğu görülüyor.

Milletvekili seçilen gazeteciler

Seçimler öncesinde aday adaylığını birbiri ardına açıklayan gazeteciler için bir soru sormuştum. “Gazetecilerin milletvekili adayı olması öncesinde yaptığı tüm haberlere gölge düşürmez mi?” Çok eleştiri aldı bu soru. Lakin bu halkın belli bir kesiminin aday olunan partiye göre mutlaka soracağı bir soru. Soru benim de aklımı aşan bir temsile sahip.

Yasama, yürütme ve yargıdan (3Y) sonra dördüncü güç olarak tanımlanan medya ve mensupları gazetecilerin sorumluluğu bekçi köpeği olmaktır. Her ne kadar bir ideoloji ve dünya görüşü sahibi olsa dahi gazeteci ülkenin her bir vatandaşı adına 3Y karşısında denetleyici güç olmalıdır. Beni kimse hem denetleyen hem de denetlenen olunabileceğine ikna edemez. Olsa bile bunun hastalıklı bir durumdan başka bir şey olmadığını söylemeye gerek var mı?

Hangi partiden olursa olsun gazetecilerin meclise girmeleri demek geçmişte yaptığı haberlere gölge düşürmek olmasa bile (ki öncesinde içindeki milletvekili olma hevesiyle seçildiği partiye gerektiği gibi yaklaşıp eleştirebildi mi ve bunun yaptığı haberlere yansıması ne oldu sorusunu sormak gerekir) milletvekili olduktan sonra yaptığı işe etik açıdan gazetecilik denemez.

Bir de aday adaylığı sürecini adaylıkla buluşturamamış, aday gösterilse bile seçilememiş “gazeteciler” var. Onların durumu daha vahim. Denetleyen konumundan denetlenen konumuna geçmek için çıktıkları yolda istediklerini elde edemediler. Sistem dışında kaldılar. Tavsiyem şanslarını bir de hukuk okuyup yargı koluna girmekte denesinler(!)

Not: Yine de belirtmeliyim ki bu benim kişisel görüşümdür. Gazeteciler milletvekili olmalı veya olmamalı gibi kesin ve net bir doğru elbette yok. Ama yukarıda anlattığım gerekçelerle bana “olmamalı” seçeneği daha doğru geliyor.