"Enter"a basıp içeriğe geçin

Anlatmak İçin Nasıl Hatırladığın Önemlidir

Anlatmak İçin Nasıl Hatırladığın Önemlidir

“Yazmak, bir yazarın tüm yaşamıdır. Yazmak içimizdedir, yaşamdır. Kalemi elimden almasınlar tek, on beş yıl tutsaklığa katlanırım” demiştir, Dostoyevski. Onun için yazmak, yaşamaktır.

Gabriel Garcia Marquez ise biraz daha farklı düşünür. Onun için yaşamak anlatmak içindir. Hayat, insanın yaşadığı değildir. Aslolan hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır. Yaşadıklarını hatırlamak, onları hatırlatan nedenlerle mümkündür. Nasıl hatırladığın önemlidir. Yaşadığını hatırlamıyor ve anlatamıyorsan yaşamıyorsundur!

Yazmak yaşamaktır, yaşamak hatırlamaktır.

Bundan sonrası hatırlananları hatırlatacak olan kelimeleri seçmek, onları melodinin notaları gibi arka arkaya dizmek, duyurmak istediğin sesleri harflerle çıkarabilmek kalıyor ki bu da satırları üreten sanatçının ustalığındadır.

Zamanı durdurabilir, geriye sarabilir, ileriye götürebilirsin. Zaman senin elindedir ancak zamanın içerisine yerleşenlerle, yaşanmışlıklarla oynayamazsın. Eksik bırakabilir ama çoğaltamazsın.

”Bazen bazı şeyleri eksik anlatıyor, yanan binlerce şey içinden hikâyemi yazmak için bir şeyler seçiyor olabilirim ama asla uydurmam” diyen metin yazarı Ezima’da anlattıklarının yaşanmışlığını vurguluyordu, “Mısır Koçanlarını Kızartan Koku” romanının, “romanı olmayan roman karakteri” olarak.

Hatırladıklarını, onu hatırlatan nedenleri, yaşanmışlıkları, birbiri ardından koşan satırlarla sayfaya dizerken karşılaştığı zorlukları, “Geriye, bir insanın ölümlülüğü ile karşılaştırıldığında hep var olacak olanı temsil eden hiçbir şeyin kalmamış olması ne kadar tuhaf” diyerek vurguluyor.

Anlatmak aynı zamanda anlatılanın, yaşananın, hatırlananın resmini çizebilmektir. Öyle bir resim çizmeli ki resme bakan yaşananları görebilsin.

Bu resim Pablo Picasso’nun 1937 tarihinde, İspanya iç savaşı sırasında, 26 Nisan 1937’de Guernica şehrini bombalayan 28 Nazi uçağının yaptığı katliamı anlatan anıtsal yapıtı “Guernica” gibi de olabilir, daha açık biçimde anlatan resimler şeklinde de.

Anlatım şeklinin önemini, dedesi İvrayim’in ağzından, “Belki de hepimiz dünyayı farklı farklı görüyoruzdur ama bizler resim yapmayı bilmediğimiz için bizimkileri kimse göremiyor” diyerek vurguluyor.

Kırımlar, katliamlar yaşanmış bir coğrafyanın dili olabilmek, yürürken bastığın topraktan gelen kırık kemik seslerini duyabilmek, rüzgârın ağaç dallarını sallarken yaprakların çıkarttığı hışırtıdan feryatları işitebilmek, yaşananları hissedebilmek, hatırlamak ve onu hatırlatanları anlayabilmek önemlidir.

“Yaşamak, zaman çizelgesinde sırası geleni hatırlayıştı” diyerek sayfalarını, öykülerini uygun bir şekilde arka arkaya dizerken, zaman çizelgesinde geriye gidiş ve dönüşlerle yaptırdığı yolculukları, yaşanmışlıkları bütünleştiriyor.

“Keçi kılından Heybe”sine koyduklarını teker teker ortaya çıkarıp tekrar yerlerine yerleştirirken anlatılan her hikâye çok parçalı puzzle gibi bütünü tamamlıyor, her öykü sonrası bütünü daha iyi görmemizi sağlayarak görüntüyü netleştiriyor.

Anlatırken “hem kendine başkası” hem de “başkaları” oluyor.

Bazen bir klam’ın acı dizeleri oluyor bazen de bir bilgenin ders veren duruşu!

Birbirine düşman haline gelmiş/getirilmiş içerisinde yaşadığımız toplumu, “Birine olan sevgimizle diğerinden öldüresiye nefret ediyorken, merhametimize öfke, öfkemize çaresizlik karışıyorken kim iyilik ve kötülüğü gösterebilir ki” diyerek özetleyebiliyor.

“Gerçekleşmesi mümkün olduğu halde gerçekleşmesi başkaları yüzünden imkânsız olan şeyler bence insanların en büyük acısı.” Aslında ortaya konulması çok basit olan toplumsal barışın, gerçekleşmesini istemeyenler tarafından imkânsızlaştırıldığını anlatmaya çalışıyor.

Satırlar arasında koşarken ve verilen duraklarda soluklanırken arada geriye dönerek, satır aralarında, yıllardır zihninizde biriken soruların cevaplarını bulmaya çalışıyorsunuz!

“Babadan oğla geçen cezaevi ranzası”

“Ölüm yerine ölüme giden yollardan korktum”

“Rast gelmek basit bir şeydi, her an olabilirdi. Tesadüfler ise nadiren yaşanan özel şeylerdi.”

“Bütün hikayeler önünde sonunda tamamlanır”

Her biri birçok sorunun cevabı olabilecek cümlelerle süslenmiş, yürümeniz için size sunulan yollar.

Satırlardan çıkan Dersim kokusuna karışan yanık kokusunu hissetmemek mümkün değil. Hem Ermeni hem de Kürt halkının acılarına yaslanan ağıtlar klamlaşırken, yaşanan kırımların insanlarda bıraktığı izlerin belki de en acısını, zihinlerde ve genizlerde kalan kokuyu en ağır biçime duyuyorsunuz.

Marquez, “Aslolan yaşananları hatırlamak ve onları nasıl hatırladığın” derken, tam da bundan bahsetmişti.

Yanık kokusu, yaşananların simgesi ve hatırlatanıdır.

Duyulan, hissedilen bu koku sayesinde yaşanmışlıkları daha iyi hatırlıyor, hatırlatıyor ve yeniden yaşatabiliyor.

“Bir romanı olmayan, roman sayfalarına yerleşmeyen bir roman karakteri” Ezima’nın gözleriyle görüyor, anlattıklarıyla anlıyor, hissettikleriyle hissediyoruz.

Bir gün Ezima’nın bir romanının olacağını da bilerek!

“Mısır Koçanlarını Kızartan Koku” romanını her okuyan farklı koku hissedecek.

Daha fazla anlatmanın anlamı yok.

Anlatımımı, birçok değişik anlamlara bürünebilecek cümlesiyle bitiriyorum. “Sen bir kadının, aşık olduğu adama kırılmasının mesafesini ölçecek bir metre türü biliyor musun?”

 

 

 

 

 

Mısır Koçanlarını Kızartan Koku

Nibel Genç

Notabene yayınları

 

 

Nibel Genç: 1972 doğumlu, 1995 yılından bu yana siyasi tutuklu ve halen Bakırköy Cezaevinde bulunuyor.