"Enter"a basıp içeriğe geçin

Bu Sefer Olmaz!

Bilindiği üzere, ülkemizde ne zaman siyasi iktidar zayıflatılmak istenip, kaos ortamı amaçlansa, ortaya bir anda ‘‘irtica’’ heyulası çıkarılır. Nitekim son günlerde, yine acayip işler dönmeye başladı.

Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinde, Atatürk heykeline satırla saldıran aklı evvel adamdan tutun da, takke takıp, uzun sakal bırakan polis memuruna kadar her tür ‘‘cinsler’’ yeniden hortladı. Hortladı diyorum, çünkü bu ülke bu türden olayları daha önce de pek çok kere yaşadı.

28 Şubat dönemini unutmak mümkün mü? Post-modern dedikleri, yani modern ötesi darbe ile rahmetli Erbakan’a siyasetten el çektirme operasyonu, bir anda ve sebepsiz mi gerçekleşti? Sincan’da tankları, Hükümet ve vatandaşa korku salmak için yürütenlerin, kendilerince icat ettikleri meşruiyet kaynakları neydi?

Laiklik.

Yanlış anlaşılmasın, ben de din ile devlet işlerinin birbirine karıştırılması taraftarı değilim. Kişinin imanı ve inancı, kendisini bağlar. Nitekim devlet kademesinde ve esasen hayatın her zemininde, asıl olan eşitlik, hakkaniyet ve liyakat kavramları olmalıdır.

Benim derdim, dini kullanıp, onun üzerinden de laiklik siyaseti yapanlarla. 28 Şubat sürecinde, ortaya çıkarılan Aczmendiciler, Müslüm Gündüz-Fadime Şahin’ler şimdi neredeler? Aktörler değişiyor, ancak inanın senaryo hep aynı. ‘‘Peki, bunlar hep mi dış güçlerin oyunu, geçmişte merhum Erbakan ve partisinin, şimdi de Cumhurbaşkanı Erdoğan ve çevresinin hiç mi yanlışı yok?’’ diye sorarsanız, haklısınız derim.

Merhum Erbakan’ın, tarikat şeyhlerine yemek vermesi, eylem ve düşünce olarak yanlış olmasa da, zaman olarak yanlıştı. Yine Refah Partisi, milletvekillerinin birtakım açıklamaları, darbeye zemin arayanların, önüne bulunmaz fırsat verdi. Örneğin, dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın, ‘‘Aydınlık için bir dakika karanlık’’ protestolarına, tepki olarak ‘‘Mum söndü oynuyorlar’’ ifadesi, toplumumuzun hassas noktalarından biri olan ve Alevi kardeşlerimizi inciten hususlardan biri oldu.

Ankara, Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız tarafından organize edilerek, İran Büyükelçisinin de davetli olduğu ‘‘Kudüs Gecesi’’ programında sahnelenen Cihad adlı oyun, irtica heyulasının ivme kazanmasına yol açtı. Yine Kayseri’nin Refah Partili Belediye Başkanı Şükrü Karatepe’nin, 10 Kasım 1996 tarihli Refah Partisi İl Divan Toplantısındaki konuşmasındaki, ‘‘Süslü püslü göründüğüme bakıp da laik olduğumu sakın sanmayın. Resmi görevim nedeniyle bugün bir törene katıldım. Belki başbakanın, bakanların, milletvekillerinin bazı mecburiyetleri vardır. Ancak, sizin hiçbir mecburiyetiniz yok. Refah Partili olarak yeryüzünde tek başıma da kalsam, bu zulüm düzeni değişmelidir. İnsanları köle gibi gören, çağ dışı bu düzen mutlaka değişmelidir. Ey Müslümanlar sakın ha içinizden bu hırsı, bu kini, nefreti ve bu inancı eksik etmeyin. Bu bizim boynumuzun borcudur.’’ ifadeleri, darbe için en ufak bir kıvılcım bekleyenlerin eline, meşale verdi. Öyle ki, dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya’nın ‘‘İrtica, PKK’dan daha tehlikeli’’ diyebileceği bir ortam hazırlanmış oldu.

Akabinde, şeriata karşı yürüyüşler başlatıldı. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay başkan ve üyeleri, Genelkurmay Başkanlığı’na çağrılarak, kendilerine irtica konusunda brifing verildi. Sonuç olarak bilinçli ya da bilinçsiz, darbe heveslilerinin ve onu planlayan habis akılların, yolu açılmış oldu.

Bugün de, hükümet’e yakın ve dahi hükümet içinden isimler, bilinçli ya da bilinçsiz bazı ifadelerde bulunmaktalar. Benden sizlere basit bir soru. Hayrettin Karaman gibi isimlerin yapmış oldukları açıklamalar, kime yarar sağlıyor? Ataerkil toplumda, erkeğin sigara içmesi, sadece sağlık anlamında yargılanıyorken, kadının sigara içmesi neden namusu ile ilişkilendiriliyor. Hele ki, bir de tesettürlü, tesettürsüz ayrımı yapılarak. Hele ki, böylesi bir dönemde. Asıl ayrıştırma, bu değil mi?

Karaman’ın bu ifadelerine, en sert tepki, hiç ummadığım bir isimden M. Metiner’den geldi. Kendisinin de tesettürlü bir kızının olduğunu ve sigara kullandığını belirten Metiner, sırf bu nedenle kimsenin namusuna dil uzatılamayacağını ifade etti. Umarım kendi canının yanmadığı konularda da, aynı hassasiyeti gösterebilir. Yine Siverek’te yaşanan olay ve Maçka Parkı’nda haddini bilmez güvenlik görevlisinin hareketi, en çok hükümetin zararına olmadı mı?

Tabi bir de, AK Parti, MKYK üyesi Ayhan Oğan var. Bizim buralarda sıkça kullanılan bir söz vardır. Durup, durup tuz kavurmak diye. Galiba Sayın Oğan’ın görevi bu. Şimdi yeniden kuruyoruz dediği devlet, Osmanlı bakiyesi olan ulu bir çınardır. Modernize edilmesi gerekmekle birlikte, yeniden kurulmaya ihtiyacı yoktur. Velhasıl, Oğan’ın amacı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a şirin görünmek midir bilinmez ama partiye zarar verdiği muhakkak. Nitekim parti içinden de bu ifadelere teveccüh gösteren çıkmadı.

Hülasa diyeceğim, Gazi M. Kemal ATATÜRK’ün başlatmış olduğu kurtuluş mücadelesinden sonra belki de, en zorlu süreçlerin birinden geçen ülkemizde, yeniden bir oyun kurgulanmak isteniyor. Buna karşı durmanın yolu ise; cepheleşme ve ayrışma değil, aksine hoşgörü ve çok seslilik olmalıdır. Tabi ki bu, dinimiz, inancımız ve geleneklerimizi yok saymakla değil, tam tersine, dinimizin gerekliliklerini gerçek anlamıyla yaşayarak olacaktır. Pusulamız Kuran-ı Kerim, rehberimiz Hz. Muhammed (sas), ışığımız ise akıl ve ilim olduğu müddetçe, varsın tüm âlem bize gerici desin. Ne çıkar!

Selametle.

Rahminde cemiyetin, ben doğum sancısıyım,

Mukaddes emanetin, dönmez davacısıyım,

Zamanı kokutanlar, mürteci (gerici) diyor bana,

Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana.

(N. Fazıl Kısakürek, Muhasebe, 1947)