"Enter"a basıp içeriğe geçin

Muhacir Peygamberin Mülteci Taşlayan Ümmeti

Son günlerde daha sık gördüğümüz ‘’İstenmeyen Suriyeliler’’ ve benzeri başlıklar altındaki düşmanca diyebileceğimiz bir tutum sergileyen sosyal medya paylaşımlarının toplum üzerindeki etkisi geçtiğimiz Şubat ayında Adana’nın Yüreğir ilçesinde Suriyelilerin çadırlarının yakılması ve av tüfeğiyle ateş edilmesi olayını da göz önünde bulundurduğumuzda epey dikkat çekici. Özellikle taciz, hırsızlık ve gasp gibi suçlarla gündeme getirilmeye çalışılan Suriyeli kardeşlerimizin adli olaylara karışma oranı Anadolu Ajansı’nın verilerine göre on binde otuz üç. Yüzde 94’ünü Müslümanların oluşturduğu ülkemizde , Suriyelilere karşı sergilenen bu tavrın yumuşaması için konuyu İslami bakış açısıyla değerlendirmek gerektiği görüşündeyim.

Ulus devlet modeliyle birlikte ortaya çıkan mültecilik kavramı bizim literatürümüzdeki muhacirlik kavramıyla hiçbir şekilde örtüşmüyor. Mesele Batı’nın kelime ve kavramlarını kabullenmemek gibi basit bir mesele değil, kavramsal olan bu farklılık çok büyük toplumsal sorunları da beraberinde getiriyor. “Mültecilik” dediğimiz statü Batı’nın ortaya çıkardığı sorunlarla oluşmuş ve yine aynı Batı’nın değer yargılarıyla dünyaya dayatılmaya çalışılmış bir takım insanlık dışı kurallar silsilesinden meydana gelir. Mülteci demek ‘’geçici, kesinlikle gittiği yerde kabul görmeyen ve öteki’ demek. Ülkemizin de taraf olduğu Cenevre Sözleşmesi’ne göre Avrupa dışından gelene mültecilik statüsü bile verilmiyor o da konunun çok başka bir boyutu.

“Muhacirlik” dediğimiz kavramın mültecilikle farkına bakalım şimdi.

Biz Müslümanların ulus devlet gibi bir anlayışı olmadığı için bizde başka topraklardan gelen insanı kabullenmeme gibi bir durum söz konusu olamaz. Muhacirlik olgusu mültecilik gibi geçici de değil. Devlet tarafından mültecilere yapılan yardım bir lütuf olarak addedilirken bir Müslümanın Muhacire vereceği destek rızasına bağlı değil yani bir zorunluluk. Peygamber efendimizin Mekke’den Medine’ye hicret ettiğini ve İslam devletinin temellerini bir muhacirken attığını da göz önünde bulundurursak muhacirlik bizim için “Peygamberlik Makamı’’

Muhaciri muhacir yapan malından, ailesinden, kendisi için değerli olan her şeyden feragat eden Ensar’dır. Eğer siz böyle bir kavrama Batı’nın gözüyle bakarsanız, Suriye’den gelen 3 milyon insana günlük yaşantınızda yer vermez, asgari yaşam koşullarını dahi sağlayamayan, kapasitesinden 5 kat fazla insan barındıran ve tamamıyla insanlık dışı bir uygulama olan Çadır kentlere yapılan devlet yardımlarına bile tahammül edemezsiniz. Peki biz Müslüman değil miyiz? Akşama kadar Batı’nın kelime ve kavramlarının bize ne kadar zarar verdiğinin derin tartışmalarını, Batı’nın işlediği insanlık suçlarını, Batı’nın iki yüzlülüğünü tartışmıyor muyuz? O zaman artık Batı’dan bir farkımız olsun, onların Mülteci deyip ötekileştirdiği, insan yerine koymadığı Muhacirlere biz Ensar olarak kucağımızı açıp bağrımıza basalım.

Peygamber Efendimiz döneminde Mekke’ye gelen muhacirler geldikleri bölgelerin iklimine göre yerleştirilirlerdi. Aynı şekilde Osmanlı Döneminde de böyleydi. Eğer iklimi sıcak olan bir bölgeden geliyorsa muhacir ülke içindeki sıcak iklimli bir yere yerleştirilirdi. Hatta sıcaklık derecesi aynı olan bölgelere. Eğer muhacir ülkesinde üzüm üreticisi ise buraya geldiğinde üzüm üreticiliği yapılan bir bölgeye yerleştirilirdi. Muhacir ilim adamıysa devlet belli bir miktar aylık maaşa bağlar ve ilmi çalışmalarını desteklerdi. Her gelen muhacire günlük belli bir para yardımı sağlanır ve konut temin edilirdi. 3 milyon insan mıydı demeyin? Devlet arşivi rakamlarına göre 1800’lü yıllarda Osmanlı devletine gelen 1.5 milyon kişilik göç dalgaları mevcut. İş biraz meseleyi külfet olarak görmemekle alakalı. Belki biz her gelen muhacire konut temin edemeyiz ama çadır kente yapılan yardımları bu mantıkla tekrardan planlayıp ortaya daha sağlıklı işler çıkarabiliriz.

Peki biz ne yapıyoruz Muhacirlere?

Tam bir suç makinesi yetiştirecek, bütün umudunu, yaşama sevincini, her şeyini yitireceği bir çadır kente yerleştiriyor, tabiri caizse kaşının üstünde gözü var diye eleştiriyor işlediği tek bir suç varsa da sanki memlekette hiç daha önce o suçlar işlenmemiş gibi o insanlara lanet okuyoruz. Modern dünyada yaşıyor olmamız birey olarak bir Müslüman ve Müslümanca düşünmek zorunda olduğumuz gerçeğini değiştirmiyor. Kendi üzerimize düşenin zerresini dahi yapmıyorken bir şeyler yapmaya çalışan devletimizi eleştiriyor battıkça batıyoruz. Benim ülkeme gelen 3 milyon insan “mülteci” değil “muhacir” ve ben batılı bir gayrimüslim değil doğulu bir “Müslümanım”. Batı’nın mağdur ettiği insana bir tekmede ben atarsam kıldığım namaz, tuttuğum oruç, verdiğim zekatın samimiyetin sorgulanmaz mı?

Ben tıpkı bir batılı gibi bireyci ve pragmatist yaşıyorsam oturup o batıya sabaha kadar küfretmem ancak nefsimi tatmin eder ki bu da bir Müslümanın başına gelebilecek en acı şey…