"Enter"a basıp içeriğe geçin

Ölüm Rikkati

Bu yazıda ölümden bahsederek ağzınızın tadını bir süreliğine de olsa kaçırıp size büyük bir iyilik etmeyi umuyorum. Çünkü neredeyse tüm kötülükler şu kaynaktan ortaya çıkıyor: Ölümü unutmak.
Evet ölüm, anıldığında veya akla geldiğinde içimizi buruklaştıran, hüzne boğan bir yapıya sahip. Ölümün güzelliği ve bizi hizaya sokan yanı da burada gizli; bize bizi hatırlatması. Bu zamana kadar yaptığımız müspet menfi davranışları yüzümüze haykırması. Adeta bir aynadır ölüm. Karşısına geçtiğinde sana seni gösterir. Tüm detaylarınla ve yalın halinle görürsün kendini o aynada. İnsan olduğunun bilincine varıp, 3 aşamalı bir süreç yaşayacağını anımsarsın: hayat, ölüm ve ötesi ( gerçek hayat) Aslında her şey gerçek hayat içindir. Bu dünya, bitkiler, hayvanlar, hava, su, toprak hepsi insanı o hayata hazırlamak için yaratılmış birer metadır. Gayeye giden yolda birer vasıtadır bunlar.
İşte ölüm idraki bize bu gayeyi hatırlatır. Sahte dünyada gerçek ve sonsuz hayatı kazanabilme gayesi. Ölümü unutmak ise bizi ev, araba, makam, mevki, şan , şöhret gibi süfli ve vasıta olması gereken şeyleri gaye edinmeye götürür. Onlar için yaşamaya başlarız asıl gayemizi unutunca. “Ölüm olmasaydı hayat bütün güzelliğini kaybederdi.“ der Gogol. İşte ölümün rikkati, inceliği ve güzelliği bu esastan zuhur eder. O, insana incelik katar, ruh verir. Her an ölecekmiş gibi yaşayan insan çevresine karşı daha dikkatli ve özenli davranışlarda bulunur. Çünkü işlediği her cürmün hesabını vereceğinin idrakindedir artık. O, böylece insana unuttuğu şeyleri hatırlatır. Kendisine çeki düzen vermesini sağlar. Günümüzdeki uygarlıkların bedbaht halde oluşu, insana kan ve gözyaşından başka bir şey veremeyişi de ölüm nisyanı hastalığına tutulmalarından kaynaklanıyor. Onun kattığı incelikten nasibini alamayan topluluklar, ruhundan habersiz bir şekilde bedenini tatmin etmek için her yola başvuruyor. Boşuna dememiş Sezai Karakoç “Ölüm dikkati, uygarlığın sağlığının güvencesidir.“ diye. Bu asıldan yoksun olan milletler bugün veya yarın daima tarihe gömülmeye mahkumdur. Bunların insanlığa yapacağı tek iyilik defnedilirken başkalarını da yanlarına katmadan gitmeleri olacaktır. Kendi hastalıklarını başkalarına bulaştırmadan ölmeleri. Mevlana’nın ifadesiyle “Ölüm bir köprüdür, dostu dosta kavuşturur.“ Buna şu misali vermemiz bize bazı şeyleri hatırlatması bakımından önem arz eder: Ölüm meleği Hz. İbrahim’e ruhunu almak için gelmiş. Hz. İbrahim ona: “Ey ölüm meleği! Hiçbir dost, dostunun ruhunu alır mı?“ demiş. Bunun üzerine ölüm meleği Rabbine dönünce Allah ona şöyle demiş: “İbrahim’e söyle: Hiçbir dost, dostuna kavuşmaktan çekinir mi?“ Melek gelip bunu deyince, Hz. İbrahim ona: “Hemen şimdi ruhumu al!“ demiştir. Bu dünyadan ayrılanlar genelde iki şekilde anılırlar: İlki dünyanın yorgunluk ve eziyetinden kurtulup rahata kavuşan kişi, ikincisi insanın, hayvanın, bitkinin kendisinden kurtulup rahata kavuştuğu kişidir. Nasıl yaşadığımız bize nasıl öleceğimizi gösterir. Bu yüzden nasıl bir ölüm istiyorsak ona göre bir hayat yaşamalıyız. Unutmamak gerekir ki ölüm bizim için bir son değil aksine başlangıçtır. Sonluluğun bitip sonsuzluğun başladığı yerdir. Artık imtihan bitmiş hesap vakti gelmiştir. Her kiracı tarlayı nasıl sürdüğünün hesabını tarla sahibine verecektir. Kiracı olduğunu unutup tarladan nemalanmak isteyenlere büyük bir ceza, haddini bilip kiracı olduğunun bilincinde olan ve tarlayı sahibin istediği şekilde sürene de ödül verilecektir.
Yapmamız gereken Montaigne ’nin şu sözlerine kulak asmaktır: “Dünyaya geldiğiniz gün bir yandan yaşamaya, bir yandan da ölmeye başlarsınız. “ ve “Ölümün bizi nerde beklediği belli değil; iyisi mi biz onu her yerde bekleyelim.“ Bu şuur bizi umduğumuz sona götürecektir. Bizi diri tutacak ve hakiki hayata bağlayacak olan şey aynaya her gün muntazam aralıklarla bakıp kendimizi görmektir. Bunu yaparsak zaten gerisi gelir.